Bilim insanları 1760’da başlayan sanayi devriminden beri insanlığın katkısıyla oluşan ve halen 1.20C’ye ulaşmış olan atmosferdeki ekstra ısınmanın en fazla 1.50C ile sınırlandırılması gerektiği düşünüyor. Çok ciddi gözlemler, bilimsel araştırmalar ve modellemelerle bu durum artık iyice belirginleşmiş durumda. Aksi taktirde sonumuz çok kötü.
Isınmayı 1.50C’de sınırlamak için ise her ülkenin metan ve karbon salınımının önce bugünkü seviyesinden daha fazla artmasını engellemesi, sonra da hızla azaltması gerekiyor. Bu konuda ülkelerin Paris Anlaşması kapsamında bazı tedbirler alıp, bunları resmen açıklaması, sonra da ciddi şekilde uygulaması gerekiyor.
Ancak, bugüne kadar verilen sözlerin uygulanma düzeyi incelendiğinde, küresel ısınmanın 1.50C’de durdurulma olasılığının %1 ila %5 arasında olduğu görülüyor. Acilen herkesin verdiği sözlere hızla uyması, hatta çok daha fazlasını yapması gerekiyor. Zira, yapılan hesaplamalara göre, ülkelerin deklare ettiği tüm hedefler tuturulsa bilse, küresel ısınmanın 1.50C’de durdurulması için yapılması gerekenlerin sadece %60’ına ulaşılmış olacak.
Çok iyimser bir olasılıkla, tüm hedefler tutturulsa ve ısı artışı 1.50C’de durdurulursa bile, yaşadığımız dünya aynı olmayacak. Bunun ilk ciddi belirtilerini bu yıl yaşadık. Büyük orman yangınları, seller ve kuraklık topluca bir mega afet haline geldi. Ben bu yazımda kuraklık konusunu ele alacağım.
Bu yıl dünyanın pek çok bölgesi ciddi bir kuraklık ile mücadele ediyor. Hindistan ve Çin’in bazı bölgelerinde, Avustralya’da, başta Brezilya olmak üzere Güney Amerika’da, Afrika’nın önemli bir bölümünde ve Ortadoğu’da kuraklık ciddi boyutta. ABD’nin batısındaki kuraklık ise 2000’li yılların başlarından beri devam ediyor. İşin kötüsü bu bölgeler genellikle insanlığın gıda ihtiyaçlarını karşılayan yerler.
Ortadoğu’daki kuraklıktan Türkiye de payını almış durumda. Anadolu’nun çok büyük bir bölümü aşırı sıcaklar ve yağış eksikliğinden son derece olumsuz etkilenmekte. Göller kuruyor, akarsular artık akmıyor, Orta Anadolu’da yeraltı sularının hızla tüketilmesi sonucu obruklar oluşuyor. Yine yapılan araştırmalara göre Anadolu’daki kuraklık artık kalıcı. İklim değişiyor.
Kuraklık olunca neler oluyor kısaca bir bakalım. Gıda üretimi düşüyor. Ülkeler gıda ihtiyaçlarını her zaman olduğundan daha büyük boyutta başka ülkelerden karşılamaya çalışıyor. Bu da fiyatların artmasına neden oluyor. Yerküremizdeki en fakir ve/veya kötü yönetilen ülkelerde ise açlık baş gösteriyor. Açlık, isyanlara ve savaşlara neden oluyor, insanlar karınlarını doyurmak veya bu isyan/savaşlardan kaçabilmek için büyük kitleler halinde göç etmeye başlıyor. Tüm dünyada popülist, hatta radikal eğilimler güçleniyor.
Yukarıda değindiğim gibi Türkiye’de kuraklık vahim boyutlarda ve kalıcı. Dolayısıyla hem kentlerin içme suyu rezervuarlarının boşaldığını gözlemliyoruz, hem de tarımsal üretim olumsuz etkileniyor. Ayrıca, enerji üreten barajlardaki su seviyeleri düştüğünden elektrik üretiminde sıkıntılar ortaya çıkıyor. Yakın çevremizdeki politik karışıklıklar nedeniyle ortaya çıkan göçlere, bir de tamamen ekonomik nedenlerle gündeme gelen göçler ekleniyor.
Peki ne yapabiliriz?
Küresel ısınma en iyi senaryoda bile 1.50C’ye kadar artmaya devam edeceğine göre, bu yeni normale uyum sağlamamız gerekiyor. Bu amaçla, elimizdeki su kaynaklarını har vurup harman savurmaktan hızla vazgeçmeliyiz. Artık bir havzadan diğerine büyük altyapı yatırımlarıyla su taşıma, bu şekilde susuzluğa çözüm bulma dönemi sona ermiş durumda. Türkiye’de tatlı su rezervleri azalıyor ve kalanlar da kirleniyor.
Bu nedenlerle, tarımda daha az su tüketerek yetişebilen ürünlere önem vermeliyiz. Keza hayvancılıkta da benzer bir çalışma yapmak gerekecektir.
Tarımsal sulamayı hızla kapalı sisteme dönüştürmeli, yani açık kanal ve kanaletlerle su dağıtımından vazgeçmeli, tarlalarda damla sulama tekniğine daha fazla yatırım yapmalıyız. Tarım alanlarını tahrip eden konut ve sanayi projelerinden vazgeçmeliyiz. Pek çok gelişmiş ülkenin yaptığı gibi tarım ve hayvancılığa ileri teknolojiyi sokmalı, babadan göre yöntemlerin yanı sıra bilimin önerdiklerini de uygulamalıyız.
Kent su şebekelerini ıslah etmeli, kayıp ve kaçakları en aza indirmeliyiz. Atık suyu da en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Bu çalışma, duşta ve mutfakta oluşan atık suyun depolanarak, tuvalet rezervuarlarında tekrar kullanılmasından başlayıp, ön arıtma sonrası park ve bahçelerin sulanmasında kullanımına kadar pek çok konuyu içermelidir. Bugünkü teknolojilerle bu suyu tekrar içme suyuna dönüştürmek bile artık mümkün. Yağmur sularının da bina çatılarından alınıp depolanması önem verilmesi gereken bir diğer konudur. Özellikle Avustralya’da kırsal alanlarda yaygın olarak uygulanmaktadır.
İçme suyu olarak kullanılabilecek yeraltı suları, tatlı su gölleri ve akarsular kirletilmeden ve kontrollü olarak kullanılmalıdır. Bunlar tüm dünyanın karşılaştığı sorunlar. Çözümleri kendi coğrafyamıza uyarlamalıyız.
Peki Türkiye ne yapıyor?
Türkiye, sanki su zengini bir ülke gibi su kaynaklarını israf ediyor. Hem kentli, hem de kırsal alanda yaşayan nüfus suyu sınırsız ve bedava olarak görüyor. Örneğin komşumun yerdeki bir kaç yaprağı süpürmek yerine, hortumla su fışkırtarak uzaklaştırmaya çalışmasını üzülerek gözlemliyorum.
Tarım sulaması bilinçsizce yapılıyor, kent su şebekelerinde kayıp çok yüksek. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarımız hızla tükeniyor ve kirleniyor. Halbuki, kentlerde ortaya çıkan atık suyun ve yağmur sularının en az %50’sini geri dönüştürebilmeliyiz.
İklimin değiştiğini hepimizin hissettiği bu ortamda, ormanlarımızın tedbirsizlik ve liyakatsizlik yüzünden bilinçsizle yanmasını içimiz acıyarak izliyoruz. Halbuki orman aynı zamanda su demek. Çok kısa vadeli çıkarlar için ormanları keserek, maden çıkarmaya, oteller yapmaya kalkıyoruz. Devleti yönetenler maalesef işin ciddiyetinin farkında değiller ve bu tahripkar faaliyetlere destek oluyor, yapanı koruyorlar.
Halbuki ciddi bir su yönetimi yapmamız, köylüyü eğitmemiz ve köyde tutmamız, bilinçli tarıma yönlendirmemiz, kentlerimizi betona boğmamamız lazım. Üretim yapan çitçiyi, kentlere göç etmek zorunda bırakmak, orada üretken olmayan, devlet memurluğu, kapıcı, odacı, çaycı, güvenlikçi gibi mesleklerde istihdam etmek, hem onlara, hem tüm topluma zarar vermektedir.
Kuraklık artık yaşamın sürekli bir parçası olmak yolunda. Bu durumu daha vahim hale getirmememiz, bu yeni yaşam tarzına uyum sağlamamız artık kaçınılmaz görünüyor. Dünyada kuraklıktan en fazla etkilenecek bölgelerden birinin Anadolu olduğunun artık bilincine varmalıyız.
Bundan 10-15 sene önce, gidişatı izlediğimde, torunlarımıza nasıl bir dünya bırakacağız diye üzülür, endişelenirdim. Son bilgiler ışığında, torunlarımız veya çocuklarımız için endişelenmeden önce kendimiz için endişelenmemiz gerektiği ortaya çıktı. Hızla bir şeyler yapmamızın vakti geldi de geçiyor bile…
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.