Geçen haftaki yazımda anlattığım, Ömer Aşrımı’ndan sonra girdiğimiz kanyondan çıktıktan kısa bir süre sonra saat 10:00’da dördüncü güvenlik noktasına ulaştık. Bu bölgede Kılınçlı Köyü’nün yıkıntıları da vardı. Azerbaycanlılar bu tür yerleri köhne olarak adlandırıyor.
Bu bölgede yol Terter Çayı kıyısını takip ediyordu. Terter, daha güneydeki Hakari Çayı ile birlikte Karabağ’ın en önemli iki ırmağından biri. Terter, Tatar anlamına geliyormuş. Bu ismi, bir zamanlar bu bölgeyi yöneten bir Tatar Hanlığı nedeniyle almış. Seyahatin ilk durak noktası İstisu yerleşkesi, daha doğrusu harabeleri. Denizden 2170 metre yüksekte. Araçla bir miktar daha batıya gittiğinizde Keti Dağı’na yaklaşıyorsunuz. Ermenistan sınırı 3000 metrenin üstünde rakımı olan bu dağın zirvesinde bir yerlerden geçiyor ama tam neresinden olduğu şimdilik belirsiz.
Istisu, sıcak su anlamına geliyormuş. Nitekim bölgede pek çok termal kaynak var. Aynı zamanda maden suyu olarak da tüketilebiliyor. Biz oradayken kamyonlarla gelen bazı kişiler su dolduruyordu. Sovyetler zamanında da burası epey popülermiş. Hatta bir termal otel/sanatoryum inşa etmişler. Şu anda o da harabe halinde. Buradan çıkan suların esvafı, Mustafa Kemal’in de zamanında tedavi için gittiği Çek Cumhuriyeti’ndeki Karlsbad/Karlovari ayarındaymış.
Istisu’da bugün Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri konuşlanmış durumda. Diğer yerleşkelerde olduğu gibi burada da sivil nüfus kalmamış. Azerbaycan Hükümeti yollar, enerji, su vb altyapıyı getirdikten sonra bu yerleşim yerlerini yeniden ihya etmeyi planlıyormuş. Bu konuda proje çalışmalarına başlanmış bile.
Kelbecer, ABD’deki meşhur Yellowstone’un adeta Kafkaslar’daki bir kopyası. Gayzerler, mineral su kaynakları, derin vadiler, zengin vahşi yaşam ve flora ile büyük bir turizm potansiyelini içinde saklıyor. Ek olarak tarihi eserler açısından da son derece zengin.
Talihsizliği bir çatışmanın ortasında kalmış olması ve civarında Rusya dışında önemli bir turist potansiyeli bulunmaması. Kelbecer’de dolaşırken, yerleşkelerde bubi tuzaklarına karşı uyarılıyorsunuz. Arazide ilerlerken de yollardan ayrılmamanız isteniyor. Böyle bir durumla bir de yıllar önce Kamboçya’da Angkor Wat’ı gezerken karşılaşmıştım. Her yanda mayın riski var. Mayınların temizlenmesi için Ermeniler’in mayın tarlalarının haritalarını vermesi bekleniyormuş.
İstisu’da yıkıntıların bahçelerinde kuşburnu bitkileri göze çarpıyordu. Azerbaycan’da ismi biraz daha farklı; itburnu! Akşam konaklayacağımız yer Kelbecer’de bir ev. Yıkıntılardan biri üstünkörü yatılacak hale getirilmiş. İçerisi kışla görüntüsünde. Doğa ise nefis. Yaza doğru daha da yeşilleneceğini söylediler, Maalesef kentte tek bir ev yıkımdan kurtulamamış. Bir tek silahlı kuvvetlerin kaldığı bir iki prefabrik bina var. Sivil nüfus tüm bölgede olduğu gibi işgalde kaçmak zorunda kalmış.
Geceyi kısıtlı yiyecek ve barınma olanaklarıyla geçirdik. Dağ başında ısıtmamız da yoktu. Tüttüğünü bildiğimiz odun sobasını yakmadık. Beni en çok zorlayan ise tuvalet konusu oldu. Daha doğrusu tuvaleti kullanamamak…
Ertesi sabah ister istemez erken kalktık. Zaten bilindiği gibi, yüksek rakımda fazla uyunamıyor. Kaldığımız evin anahtarını askerlere bırakıp yola çıktık. Bir gün önce Bakü’den gelmiş olan gurup geri dönmüş olduğundan artık şoför dahil dört kişiydik. Dışarıda şiddetli yağış vardı. Aracımız Mitsubishi dört çekerli bir kamyonet olduğundan eşyalarımızın üstünü branda beziyle elden geldiğince örtmeye çalıştık.
Bu kez geldiğimiz toprak yoldan kuzeye yönelip, batıya doğru uzanan asfalta çıktık. Bu yol Kelbecer’de Ermeniler yaptığı tek altyapı yatırımıymış. Karabağ’ı kuzeyden Ermenistan’ın Zod kentine bağlıyormuş. Yol üzerinde bir dizi ev gördük. Bu evler Suriye’den getirilen Ermeniler için yapılmış. Ancak, kaçarlarken bu evleri de harap halde bırakmışlar.
Biz ise Azerbaycan tarafında olan Zod Aşırımı’na kadar gidip, bazı incelemelerde bulunacaktık. Yolda rakım yükseldikçe yağmur kara dönüşü. Doğa tamamen beyaza büründü.
Biz de incelemelerimizi bitirip tekrar doğuya döndük. Terter Çayı boyunca bir süre gittikten sonra bir mola verdik. Nehrin karşısında bir Alman kilisesinin harabeleri vardı.
Hıyar, domates, pide ve peynirden oluşan öğle yemeğimizi yedikten sonra asfalt yoldan çıkıp güneye doğru yol almaya başladık. Bu arada brandanın altındaki çantalarımızın bir miktar ıslandığını fark ettik. Neyse ki pasaport, bilgisayar, iPad gibi kritik aksamı içeriye almıştık.
Sovyetler zamanında 1958-60 arası yapılan bir tünelden geçip, Zülfikarlı ve Veng yerleşkelerini ziyaret ettik. Her iki bölge de yine tamamen askerlerin konuşlandığı yerler ve sivil halk yok. O nedenle de Kelbecer’de, akaryakıt istasyonu, bakkal, lokanta vs bulunmuyor. Bir sorunla karşılaşırsanız size yardım edecek tek organizasyon Azerbaycan Silahlı KuvvetleriZülfikarlı, Tutkun Çayı kıyısında ve yapılmakta olan Kelbecer-Laçin otoyolu üzerinde. Buranın da ihalesini Kolin’in aldığı söylendi. Yine bol tünelli bir projeymiş. Projedeki en uzun tünel 6 kilometreymiş.
Zülfikarlı’da da termal kaynaklar var. Veng ise ilginç bir konumda. Tam Rus barış gücü (sulhmeram) askerlerinin bulunduğu sınırda. Zaten yolda da mevzilere yerleştirilmiş epey bir Azerbaycan topçu bataryasının yanından geçmiştik. Ancak, Azerbaycan ve Rus askerleri arasında ilişkiler iyi.
Vang’ın doğusundaki dağın yamacında bir Ermeni Manastırı var. Ruslar burayı bölgesel karargâh olarak kullanıyormuş. İzin alarak aracımızla bu manastırın yanına kadar gittik. Yolun başında Rus bayrağı altında Rus askerleri tam teçhizatlı, kurşun geçirmez yelekli nöbet tutuyordu. Bir kamuflaj örtüsünün altında ise zırhlı bir personel taşıyıcısı bulunuyordu. Tam karşılarına ise Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri yerleşmişti.
İçerisine izin verilmediğinden dolayı manastırın üstündeki duvardan binaya bakarken, yanımıza bir Rus askeri geldi. 1.70 boylarında, elindeki silahtan biraz daha uzun, kızılımtırak saçlı, yüzünde çiller olan, mavi gözlü, 18 yaşlarında görünen bir asker. Kendisiyle Azerbaycanlı dostlarımız Rusça biraz sohbet etti. Asker bizimle konuşmaktan çekinir gibiydi. Ben de çok kısıtlı Rusçamla kendisine merhaba ve Allah’a ısmarladık diyebildim. Benim kendi oğlumun yarı yaşında olan bu sevimli genci görünce içim acıdı. Kimbilir nereden buralara yollanmıştı. Öte yandan bu askerin şimdi Ukrayna’da değil de Vang’ta olması kendisi için bir şans diye düşünmeden de edemedim.
Kelbecer’deki işlerimiz sona ermişti. Gence’ye dönmek üzere yola çıktık. Ancak, hava da iyice sertleşmişti. Önce çamur haline gelmiş yoldan tırmanmaya başladık. Ömer Aşırımı’nı geçip dağın kuzey yamacına geçtiğimizde yol iyice karla kaplandı ve sis bastı. Zorlukla ilerliyorduk. Sürücümüz İslam’a diğer Azerbaycanlı dostumuz zincir takmasını önerdi. Kendisinden hoş bir yanıt geldi:’Gerek yok, tekerleğim çok tezedir.’ Meğer lastikleri bir hafta önce değiştirmiş! Bizim tekerlekler ‘tezeydi’ ama karşıdan rampayı tırmanmaya çalışan kamyonlar ‘teze’ olmayan lastikleri yüzünden kaymakta ve yolu tıkamaktaydı. Bazısının yanından slalom yaparak geçtik. Diğerlerinin sürücülerine ise kenara çekilmeleri, geri geri gitmeleri için araçtan çıkarak ricada bulunduk.
Maceralı bir yolculuktan sonra Cennet Mekan’a vardık ve Gence yönünde yolumuza devam ettik. Kar bitmişti ama sis devam ediyordu. Güç bela Gence’deki Kervansaray Oteli’ne ulaştık. Epey yorgunduk.
O gece benim program sırasıyla şu şekilde gelişti. Önce internet olduğundan ev ile temas, sonra takdir edersiniz ki günler sonra tuvalet ve duş… Daha sonra Remzi ile yemeğe çıktık. Güzel bir lokantada, Ruslar’ın meşhur borş çorbası (ama yerel katkı olarak içerisinde kişniş de vardı!), kuzu kavurma ve yanında çoban salatası. Sonra da otelde normal bir yatakta uzun bir uyku.
(Haftaya Gence)
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.