“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” (Nisâ – 58)
“Her şey neye layıksa ona dönüşür”. (Hz. Mevlana)
“Tilki, kümesi iyi tanıyor diye bekçi yapılır mı? (Truman)
Liyakat, köken olarak Arapça bir kelime olup tarihsel seyir içerisinde Türkçemize girmiştir. Bir işe en uygun, en yetkin, en yeterli, en ehil olan olarak tanımlanmaktadır. Kısacası işe en uygun kişiyi seçmektir. Her meslek grubu ve her iş için en uygun, en yetkin kişiyi seçmek gerek işin hakkını vermek ve gerekse de o işe atanan kişinin hakkını vermek açısından son derece önemlidir. Neden liyakat? neden yetkinlik? neden yeterlilik? hatta neden profesyonellik? diye sorsak! Kim en adil hâkimi istemez? Kim çocuğu için en uygun bakıcıyı, öğretmeni araştırmaz? Kim evini tamir ettirmek için en iyi ustayı aramaz? Allah aşkına hangimiz hasta olduğumuzda sıradan bir doktora gideriz? Kılı kırk yarıp konusunda en iyi doktoru bulmaya çalışırız öncelikle. Şirket kendimizin olsa eleman alırken nasıl davranırız? Aday kişinin yedi ceddini sorup soruşturmaz mıyız? Kendi işimizde ve hatta özel sektörde genel olarak liyakata çok daha fazla önem verildiği açık ve net.
Ancak kamuda bu durum maalesef çok daha farklı yürümekte. İş, devlet kapısına gelince yetkinlik, yeterlilik, işe göre adam alma gibi genel liyakat kuralları unutulup, kendi çıkarlarımız doğrultusunda, benim adamım, benim arkadaşım, benim dostum hatta benim hemşehrim yaklaşımı ile sadece kendimizi düşünüyoruz. Bu en büyük bencillik değil mi? Liyakat toplumun en önemli dayanaklarından birisidir. Hal böyle olunca akla, toplumumuzda bu önemli prensibe ne kadar uyuluyor sorusu gelmektedir. Öyle ki bir devlet başkanı, bir bakan, bir kurum başkanı, genel müdür ya da diğer yönetici ve çalışanların işin ehli olmadığını, işe göre yeterli olmadığını düşünelim, bu durum ne kadar sürdürülebilir? Ülkemizde yapılan seçimlere bakalım yönetici seçerken ne kadar liyakat kurallarına dikkat ediyoruz bu soruyu kendimize samimiyetle soralım. Adayın kalitesine, işin ehli olmasına mı bakıyoruz yoksa bizim partinin adamı olsun da kim olursa olsun mu diyoruz? Aslında yaşanılan sorunların ardında yatan kök nedenlerin başında bu konu yer almaktadır. Problemlerin liyakatle ilişkili olduğu aşikardır. Bu nedenle günümüzde liyakat en çok konuşulan konulardan birisi haline gelmiştir. Her gün basın ve yayında, dost sohbetlerinde, karşılıklı tartışmalarda liyakat hep ana konu olmaktadır.
Liyakatin hayatımızın her alanında aranması gereken niteliklerden birisi olduğunu belirttik. Böyle olmadığı takdirde toplumsal barışın bozulacağını, iş yerinde verimliliğin düşeceğini, insanların yöneticilerine olan güvenlerini kaybedeceğini biliyoruz. Durum böyle olunca toplum olarak her alanda özellikle eğitimde, sanayide, teknolojide ve hatta adalette geri kalınacaktır. Bu ehemmiyetli husus göz ardı edildiğinde, adam kayırmanın, dalkavukluğun, rüşvetin arttığı ve toplumsal yozlaşmanın, bozulmanın artarak devam ettiği de bir gerçektir. Eğer toplumda böyle bir dejenerasyona sebep olmak istemiyorsak liyakat konusunda asla taviz vermemeliyiz. İnsanlar bir yerlere gelmenin çalışmaktan, bilgiden, tecrübeden geçtiğini anlayarak, buna inanarak hareket etmelidir. Bunun için de iş hayatında gerekli yasal düzenlemeler yapılarak, liyakati esas alan işe alım, terfi ve tenzil usul esasları uygulanmalıdır. Yoksa her gün eşi veya bir yakını için işe alım ilanı hazırlayan yöneticiler ile ilgili skandalları izlemekten ve dinlemekten kurtulamayız. Literatürümüzden adam kayırmayı, torpili, onun bunun adamı olmayı çıkartmalıyız. İşini iyi yapan gerçek vatanseverleri bulmalıyız. Vatanını sevmenin illa cephede savaşmaktan geçmediğini, tam aksine tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumak için “vatanını en çok sevenin işini en iyi yapan olduğu” düsturunu toplumun algılamasına ve buna göre şekillenmesine katkı sağlamalıyız. Günümüz toplumunda istisnalar olsa da her zaman işini iyi yapan insanlar er geç takdir görmektedir. Başka yol yoktur, bir noktadan sonra, siz tahammül etseniz dahi, ehliyetsiz insanlara artık toplum da tahammül edemeyecek hale gelecektir.
Liyakatin uygulanması konusunda bireylerin bakış açıları ve davranışları her şeyden daha önemlidir. Biz bunu öncelikle kendimiz uygulamadan kimseye örnek olamayız. İnsanın kendisine sorması gereken soru şu olmalıdır: Ben bu göreve uygun muyum veya layık mıyım? Tecrübe ve bilgi birikimim yeterli mi? En büyük erdem, hak etmediği, uygun olmadığı görevlere talip olmamaktır. O makamları haksız yere işgal etmemektir. Görev verilse dahi eğer uygun değilseniz kabul etmemeniz gerekir. Bu da topluma büyük bir hizmet ve yöneticiye yardımcı olmaktır. İnsanın kendisini iyi bilmesi lazımdır. Rahmetli Kamran İnan “Hayır Diyebilen Türkiye” kitabında ehliyetsiz yöneticilerin ülkeye ne büyük zararlar verdiğini en güzel şekilde dile getirmiştir. Hayır diyebilmek lazımdır. Aksi takdirde koskoca kurumlar, yanlış atamalar, basiretsiz ve tecrübesiz yöneticilerin yönetiminde doğru düzgün bir iş ortaya çıkaramazlar. Kurumu adeta yok ederler. Hem maddi hem manevi büyük kayıplar yaşanır. Ekibin en kötü üyesini o ekibe amir yaptığınızda maalesef hiç amirsiz bir birimden daha kötü neticeler alınmakta, beyin göçü yaşanmakta, insanlar çareyi kaçmakta bulmaktadır. Böylece ehil insanların sayısı hızla azalmaktadır. Toplumda kötü örnekler örnek olmaya başlamaktadır. “Bal tutan parmağını yalar”, “adamın olacak, yoksa bir yerlere gelmek mümkün değil” gibi son derece yanlış inanışlar oluşmaya başlayacaktır ki asıl tehlike burada başlamaktadır. Bu inanç ve düşünce hiç bir zaman topluma sirayet etmemelidir. Yoksa çalışmak yerine, torpil avcılığı, adamını bulmak gibi kötü hastalıklar ortaya çıkar. Toplumun çalışma motivasyonu, güveni ve verimliliği ortadan kalkar.
Liyakat ilkelerine uymadan yapılan atamalarla aslında bilmeyerek atanan kişilere de zarar verilmektedir. İleride çok önemli yerlere gelecek insanlarımıza farkına varmadan en büyük kötülüğü yapmaktayız. Belli bir süre daha çalışsalar bu mevkilere doğal süreç içinde hak ederek gelecekler ve kalıcı olacaklardır. Maalesef bu yol yerine hak etmeden bu makamlar elde edilmektedir. Olgunlaşmadan, hiç bir işi başarmadan, kariyer basamaklarını hak ederek çıkmadan, terlemeden belli mevkilere gelen insanların ülkeye nasıl zarar verdiğini tarih bize defalarca göstermiştir ve göstermektedir. Yakın tarihimize baktığımızda liyakatsiz ve basiretsiz yöneticilerin ülkeye ne denli büyük zararlar verdiklerini çok iyi görebiliriz. Günümüzde de hemen her seviyede sayısız örneklerle karşılaşmaktayız. İnsanların büyük mutasavvıf Mevlana Hazretlerinin meşhur sözüne “hamdım, piştim, yandım elhamdülillah!” kulak vermesi gerektiğini ve bu aşamaları hakkıyla geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Ham insanın pişmesi gerektiğini, bunun bir süreci olduğunu, yaşayarak elde edilecek tecrübenin sadece diplomayla, kursla, sertifika programlarıyla elde edilemeyeceğini hatırlayalım. Her işin bir süreci ve süresi vardır. O zaman gelmeden o kişi yeterli olgunluğa erişemez. Hayatında üç beş kişiyi yönetmemiş insanı getirip koskoca bir kurumun başına getirdiğinizde hem kuruma hem de o kişiye çok büyük zararlar verilmektedir. Maalesef bu tür yöneticiler hızlı parlayıp hızlı sönmektedirler.
Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) Mekke fetih edilince Kâbe’nin anahtarını o zaman henüz Müslüman olmamış olan Osman Bin Talha’ya vermişti. Neden bu kişiye vermişti? sorusunu hatırlamak gerekir. Bilindiği üzere Osman Bin Talha’nın kabilesi çok uzun yıllardır Kâbe’nin bakımını ve temizliğini üstlenmişlerdi ve çok iyi yapıyorlardı. Hizmetlerde herhangi bir aksama olmuyordu. Bu yüzden işlerine devam etmeleri toplumun yararına idi. İşi başka bir kabileye vermenin pek anlamı yoktu ve riskli bir durumdu. Peygamberimizin buradaki uygulaması herkese örnek olmalıdır. Hemen her görevlendirmede ve değerlendirmede, liyakat ölçütlerine göre hareket edilmesi gerekir. Tecrübe ve bilgi birikimi göz önünde bulundurulmalıdır. Bu konuda taviz verildiğinde bütün toplum bozulur. Yöneticilere olan güven sarsılır. Toplumda adalet ve güven duygusu kaybolur.
Sonuç olarak liyakat sahipleri titizlikle tespit edilerek hak ettikleri mevkilere getirilmelidir. Hal böyle olunca günümüzdeki birçok sorun kendiliğinden çözüme kavuşacaktır. İnsanlar liyakat prensiplerine göre göreve gelen veya atanan yöneticilere saygı duyacağından dolayı herkes kurumda seve seve çalışacak ve verilen emirlere hassasiyetle uyacaktır. Kurumda iç barış sağlanacak, insanlar çalışarak bir yerlere gelinebileceğini göreceklerdir. Güven ortamı tesis edilecektir. Bu durum bu şekilde sürdürüldüğünde torpil, rüşvet, rant, adam kayırma, dalkavukluk ve bir çok diğer kötülükler doğal olarak kaybolacaktır. Kişiye göre iş değil, işe göre kişi aranacaktır. Sözü uzatmaya gerek yok “işi ehline veriniz” düsturu hayat tarzımız olmalıdır.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.