2023’ün son günleri, Türk Deniz Kuvvetleri modernizasyonu ve Türkiye’nin askeri kapasitesi açısından tarihi bir ana tanıklık etti. Milli ağır sınıf torpido olan AKYA, ilk harp başlıklı test atışını başarıyla gerçekleştirdi
Hudson Enstitüsü kıdemli analisti ve Edam Savunma Programı Direktörü Dr. Can Kasapoğlu, milli ağır torpido AKYA’nın Türk Deniz Kuvvetlerinin modernizasyonu ve Türkiye’nin askeri kapasitesi açısından önemini kaleme aldı.
2023’ün son günleri, Türk Deniz Kuvvetleri modernizasyonu ve Türkiye’nin askeri kapasitesi açısından tarihi bir ana tanıklık etti. Milli ağır sınıf torpido olan AKYA, ilk harp başlıklı test atışını başarıyla gerçekleştirdi ve vurulan hedef gemiyi batırdı. Müteakip olarak kabul testleri ve envantere giriş aşamalarının gelmesi beklenecektir. AKYA’nın envantere girmesiyle birlikte tedrici olarak, Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Almanya üretimi torpidolara ihtiyacı da azalacak. Ayrıca Türk savunma sanayi, artık ağır sınıf torpido üretebilen, bunu da özgün algoritmalarıyla birlikte yapan elit ve dar bir kulübün üyesi olmuş durumda.
Balistik füzelerden derin darbe yeteneğine sahip seyir füzelerine ve hava savunma çözümlerine kadar geniş bir sahada Türk stratejik silah programlarının önde gelen aktörü Roketsan’ın ürettiği AKYA, Türk denizaltılarına birçok kabiliyet sağlayacak. Söz konusu silah sisteminin 45 knottan fazla sürati, 50 kilometrelik operasyonel menzili, geniş spektrumlu güdüm seçenekleri son derece kritik hususlar. Elbette torpidonun tüm operasyonel limitlerini açık kaynakları kullanarak bilmek mümkün değil. Gizliliğe tabi birçok husus, AKYA’yı bilinmeyenleri ağır basan bir silah sistemi haline getiriyor. Özellikle denizaltılar gibi düşman açısından tehlikeli platformlarla birleştiğinde, birçok açıdan bilinmezliklerle dolu ağır sınıf bir torpido gerçekten çekinilmesi gereken bir tehdittir.
Bu noktada, kimi zaman gözden kaçan bir ayrıntıyı da belirtmekte yarar var: AKYA test atışlarında Milli Üretim Entegre Su Altı Savaş Yönetim Sistemi (MÜREN) savaş kontrol sistemi kullanıldı. MÜREN, denizaltılarda kullanılmak üzere dizayn edildi. Genel okuyucu kitlesinin rahatlıkla anlayabileceği şekliyle MÜREN, denizaltıların sensörlerinden gelen sinyal işleme ve hedef hareket analizi verileri, iz yönetimi, gemi seyrüsefer ve silah kontrol birimlerini de içeren bir tür muharip beyin ve sinir ağları manzumesidir. Dolayısıyla sadece AKYA’dan değil, AKYA’yı destekleyen bir ağ ve veri odaklı harp mimarisinden de söz etmekteyiz.
AKYA harekat bağımsızlığı sağlayacak
Türk Deniz Kuvvetleri modernizasyonu yol haritasında 2 unsur kritik önemleriyle bilhassa dikkati çekicidir: Atmaca gemisavar füzesi ve AKYA ağır sınıf torpido. Peki, TCG Anadolu ya da Reis sınıfı denizaltılar gibi görkemli ve yüz milyonlarca dolarlık projelerin arasında neden bir gemisavar füzesini ve bir torpidoyu ön plana çıkarıyoruz? Çünkü söz konusu silah sistemleri, tüm askeri niteliklerinin yanı sıra farklı ve ortak bir stratejik anlama sahipler. Atmaca ve AKYA, harekat bağımsızlığı unsurlarıdır. Daha açık bir anlatımla dış kaynaklı tedarike gereksinim duymadan harbe devam etme olanağı sağlarlar.
Üzerinde hassasiyetle durmamız elzem olan harekat bağımsızlığı kavramını, halen devam eden Ukrayna-Rusya savaşı kapsamında yakından müşahede etmek mümkün. Kiev, Batı’nın askeri yardımlarının kesildiği ya da büyük ölçüde azaldığı bir durumda harbe devam edemez. Elbette konumuz deniz kuvvetleri ve AKYA olduğundan ötürü daha çarpıcı bir örnekle açıklayalım ve okuyucularımızı 1980’lerin başında İngiltere ile Arjantin arasında vuku bulan Falkland Savaşı’na götürelim. Arjantin Deniz Kuvvetlerinin Alman Type-209 sınıfı denizaltısı olan San Louis, dünyanın en yetenekli deniz güçlerinden biri olan Britanya Armadası’na karşı sadece savaşın sonuna kadar hayatta kalmayı başarmakla kalmamış, aynı zamanda birçok taktik angajmana da girmiştir. San Louis’in başarılı olamamasının nedenleri denizciler, askeri bilimciler ve silah sistem mühendisleri tarafından uzun yıllar tartışılmıştır. Farklı açıklamalar olsa da literatürdeki hakim görüşlerden genel kabul göreni, su altı ve su üstü hedeflere karşı ilgili denizaltının ana silahları olan Mark-37 ve SST-4 torpidolarının, çeşitli aksaklıklar ve hatalar nedeniyle yeterli performans gösterememesi olmuştur. İşte Roketsan’ın ağır sınıf AKYA ve hafif sınıf ORKA torpidoları, bir yandan Türk denizaltılarının San Louis’in kaderini takip etmesine engel olurken, diğer yandan da harbe devam etmek için yurt dışı bağımlılığına bir son verecektir.
Bu noktada, harekat bağımsızlığı için sadece milli silah sistemlerinin değil, alt-sistem bağımlılığının da dikkate alınması gereken bir faktör olduğunun altını çizelim. Birçok yayınımızda belirttiğimiz üzere, alt-sistem bağımlılığının azaltılması ve yönetilebilir hale getirilmesi, Türk savunma sanayisinin önünde aşması gereken eşiklerden biri. Bu eşiği atlamak için, Atmaca gemisavar füzesine güç veren Kale Arge KTJ-3200 yerli turbojet motor gibi başarı hikayelerine ve söz konusu hikayeleri mümkün kılacak bir savunma sanayisi ekosistemine gereksinim var.
Türk Deniz Kuvvetlerinin dönüşümü
Son olarak, AKYA ağır sınıf torpidosunun bir parçası olduğu Türk Deniz Kuvvetlerinin modernizasyonuna da kısaca değinmekte fayda var. Basında sıklıkla yer bulduğu üzere son Savunma Sanayii İcra Komitesi toplantısı kararları, deniz gücüne öncelik veren bir eğilim gösterdi. Ek İSTİF sınıfı fırkateynlerden açık deniz karakol gemilerine, yeni nesil mayın avlama gemilerinden milli hücumbot inşasına kadar birçok kabiliyet donanmaya kazandırılacak. Ülkenin tersane altyapısı da belirtilen hususlarda kritik altyapı niteliğinde.
Tabii, tüm olumlu adımları takdir ederken, TF-2000 projesinin gereken ilgiyi görmesinin elzem olduğunu da belirtelim. Özellikle Kızıldeniz’de yaşanan mevcut Husi saldırıları, asimetrik tehditlerin dahi donanmalar ve denizlerde güvenlik için ne kadar ciddi sonuçları olabileceğini gösterdi. Ayrıca, TCG Anadolu gibi platformların birlikte hareket etmesi gereken görev gruplarında, güçlü hava savunma platformlarının bulunması giderek artan bir zorunluluktur.
Son olarak, Türk deniz gücü perspektifinde 2 kritik trendin ön plana çıktığını belirtelim. Birincisi, Ukrayna-Rusya savaşının Karadeniz veçhesinde müşahede edildiği üzere, SİDA’lar (silahlı insansız deniz araçları) modern deniz harbinin yükselen bileşenleri olmayı sürdürecektir. Türk savunma sanayisi, SİDA alanında ciddi bir birikime sahip. Son dönemde, METEKSAN’ın ULAQ Kama sistemi gibi kamikaze (sarf edilebilir) SİDA’ların da kendilerine daha çok yer bulduğunu gözlemliyoruz. Rus Karadeniz Filosu’nun bugüne kadar olan tecrübesi ve zayiatı, klasik imkan, eğitim ve doktrinin kamikaze SİDA kabiliyeti karşısında gidecek çok yolu olduğunu ortaya koyuyor. Yine, denizaltı savunma harbi ve deniz mayınlarıyla mücadele gibi riskli görevlerde robotik sistemlere olan ihtiyaç artıyor. Türkiye, söz konusu eğilimi erken yakalayan ülkeler arasında.
İkinci olarak, esas dizayn felsefesi itibarıyla bir amfibi taarruz gemisi olan TCG Anadolu’dan sonra, gerçek bir uçak gemisi dizaynının karara bağlanması dikkati çekici. Türkiye’yi çevreleyen coğrafyada klasik bir uçak gemisi tasarısının askeri gerekliliği üzerine yapılacak tartışmayı, deniz harp alanında ihtisaslaşmış kurmaylara bırakalım.
Öte yandan üzerinde durmamız gereken bir politik gerçeklik var. Yüksek seviyede tüm savunma sanayisi projeleri ve önemli silah sistemleri, sadece askeri teknik meseleyi değil, siyasi mülahazayı ve jeopolitik düşünceyi de yansıtır. TCG Anadolu’dan sonra gerçek bir uçak gemisinin gündeme gelmesi, Türk Deniz Kuvvetlerine gelecekte atfedilen ya da atfedilmek istenen jeopolitik kimliğe ilişkin ciddi bir fikir veriyor: Ankara’nın dünyanın denizlerinde bir kuvvet aktarımı (power projection) kapasitesi kazanmak istediği artık açıktır. Söz konusu tasarının Türk savunma sanayisinin yükselen trendi olan robotik harp sistemleriyle birleşmesi ise sadece Türkiye değil, Türkiye’nin bir parçası olduğu NATO ittifakı ve Ankara’nın müttefikleri açısından da bir dönüm noktası olabilir. (AA)
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.