Şehre hayat veren kanalları, gerçek olamayacak kadar özel mimarisi, rengârenk lale bahçeleri, temel ulaşım aracı haline gelmiş bisikletleri, meydanları ve tarihi değirmenleri… Hem Hollanda’nın hem de özgürlüklerin başkenti Amsterdam’da çok özel bir tura hazır mısınız?
Şehir merkezinde kanal turu yaparken mimari detaylardan etkilenecek; olağanüstü bisiklet trafiğini görünce şaşıracak; rengârenk lalelerin arasında dolaşırken doğanın güzelliğini keşfedeceksiniz.
Amsterdam’a Türkiye’den direkt ulaşmak mümkün. Başta Türk Hava Yolları olmak üzere, Pegasus, AtlasGlobal ve Antalya’dan Corendon ile ulaşılabiliyor.
Flemenkçe Su Bendi Anlamına Geliyor
Amsterdam, 12. yüzyılda Amstel Nehri çevresinde bir balıkçı köyü olarak kurulmuş. Dam Felemenkçe’de “su bendi” anlamına geliyor. Amsterdam şehrinin adı da Amstel Irmağı üzerine yapılan su bendi anlamına gelen Amstelredamme’dan geliyor. Şehir, merkezinde Central Station olan 6 tane içiçe geçmiş ana kanalla birlikte toplamda 165 kanaldan oluşuyor.
Hollanda’nın genelinde olduğu gibi, Amsterdam da deniz seviyesinin altında. Şehrin en alçak noktası deniz seviyesinin 6.5 metre altında kalıyor. Zaten ülkenin ismi de Hol-Land yani “alçak ülke” anlamına geliyor. Ülkenin büyük bir bölümü denize çekilen setler ve kurulan kanallarla oluşturulmuş.
Kuzeyin Venedik’i olarakanılıyor
“Tanrı dünyayı, Hollandalılar Hollanda’yı yarattı” cümlesinin ne anlama geldiğini kavramak için Amsterdam’a gelmeniz şart. Bir gereklilik sonucu ortaya çıkan kanallar Amsterdam şehrine görsel bir şölen katıyor. Kanallar şehri Amsterdam, kuzeyin Venedik’i olarak anılıyor.
Merkezinde Central Station olan yarım daire şeklindeki ana kanallara paralel ve dik birçok kanal açılmış; böylece deniz ticareti, taşımacılık ve ulaşım daha kolaylaşmış. Zamanla 90 ada ve 1280 köprüden oluşan muhteşem bir yapı meydana gelmiş.
Şehrin Merkezinde Dam Meydanı Yer Alıyor
Amsterdam’ın merkezinde yer alan Dam Meydanı, şehrin kalbi konumunda. Yerli halk tarafından kısaca Dam olarak adlandırılan meydan, Amsterdam’a ismini veren Amstel Nehri boyunca kurulu olan ve 13. yüzyılda inşa edilmiş ilk barajın bulunduğu yer. Bir zamanlar balık pazarı olan Dam Meydanı, 17. yüzyılda buradaki belediye sarayı ve yakınındaki borsa sayesinde, Amsterdam’ın siyasi ve ticari yaşamının merkezi haline gelmiş.
Meşhur Central Station’a giden Rokin Caddesi ile DamStraat’ın kesişiminde yer alan keyifli bir meydan olan Dam, 24 saat canlı ve gün boyu hem yerli halkın hem de turistlerin yoğun ilgi gösterdiği yerlerin başında geliyor. Meydan çevresinde bulunan kafe, restoran ve hediyelik eşya mağazaları uğrak yerler arasında.
Dam Meydanı çevresinde ayrıca şehrin birçok önemli yapısı yer alıyor. Amsterdam Kraliyet Sarayı, meydanın kuşkusuz en dikkat çekici yapısı. Şehrin 17. yüzyıldaki gücünü temsil eden saray, Belediye Binası olarak inşa edilmiş, 1808 yılında Kraliyet Sarayı’na çevrilmiş. Günümüzde Kraliyet tarafından düzenlenen törenlerde kullanılıyor.
Kraliyet Sarayı 14 Bin Kazın Üzerine Oturtulmuş
Kentin tabanı çamur ve yumuşak kum olduğu için, üzerine yapılan binaların sabit kalması amacıyla öncelikle toprağın altına binlerce kazık çakılması gerekmiş. Böylece tüm Amsterdam uzun tahta kütükler üzerine oturtulmuş. Kraliyet Sarayı’nın da 14 bin ahşap kazık üzerine inşa edildiğini öğrenince şaşırıyoruz.
Kraliyet sarayının hemen yanında yer alan Hollanda hükümdarlarının taç giydiği bazilika Nieuwe Kerk, 1400 yılında inşa edilmiş. Kilise geçirdiği yangından sonra 1600 yılında yenilenmiş. Rönesans tarzında inşa edilen kilisede kültür ve din içerikli sergiler düzenleniyor. Dam Meydanı’nın tam ortasında bulunan Ulusal Anıt ise, 1956’da 2. Dünya Savaşı’nda ölenlerin anısına dikilmiş.
Kanalda Bot Turu Mutlaka Yapılmalı
Şehirde yapılması gereken en önemli aktivitelerin başında Botla kanal turu yapmak geliyor. Biz de Central Statral meydanından, yaklaşık 1 saat süren kanal turuna katılıp panaromik olarak şehrin büyük bir kısmını görüyor; şehri nasıl keşfedeceğimiz hakkında gezi planı çıkarıyoruz. Bol bol fotoğraf çekmeyi de ihmal etmiyoruz.
Kanal turu esnasında Amsterdam’ın tipik binalarını seyre dalıyoruz. Aslında bütün sokaklar aynı gibi geliyor, oysa evlerin farklılıkları ayrıntılarda gizli. Her binanın tepesinde gördüğümüz kancaların ise yükleri makaralar ile üst katlara taşımak için olduğunu öğreniyoruz. Bazı evlerin mimari yamukluğu da dikkatimizi çekiyor. Bu evler ise Dancing House yani dans eden evler olarak adlandırılıyor.
Amsterdam tam bir bisiklet kenti. Günde yaklaşık 350 bin insan Amsterdam caddelerinde bisikletleriyle bir yerden bir yere gitme çabası içinde. Gördüğümüz tablo karşısında, şehirde 1 milyondan fazla bisikletin olması bizi hiç şaşırtmıyor.
Tüm Avrupa’da yaygın olan iki tekerli ulaşım, burada ana yöntem haline gelmiş. Amsterdamda bisikletliler yayalardan önce geliyor dersek yanlış olmaz. Hemen hemen hiç yokuş bulunmayan şehirde herkes keyifle pedal çeviriyor. Tarihi tren istasyonu Central Station civarındaki dev bisiklet parkları ise şehrin bisiklet aşkının bir özeti.
Şehirde Çok Sayıda Önemli Müze Var
Meydanda görülecek bir başka önemli yapı ise balmumu heykelleri müzesi Madame Tussauds.1761-1850 yılları arasında yaşayan Fransız Madame Tussaud’nun hayatı yaptığı mum maskeler ile değişir. Dünyadaki ilk Madame Tussaud Müzesi Londra’da açılır ve buradan dünyaya yayılır. Amsterdam’daki müzede Amerikan eski başkanı Kennedy’den, Nicholas Cage’e pek çok ünlünün heykelini görmek mümkün.
Amsterdam’da şimdiki hedefimiz, müze meydanı Muesumplein. Meydan, 1883’te Uluslararası Koloni ve İthalat Sergisi için inşa edilmiş, 1999’da ise yenilenmiş. Festival, konser, gösteri gibi organizasyonların düzenlendiği meydanda dünyaca ünlü “I Amsterdam” yazısının önünde fotoğraf çekinmeyi ihmal etmiyoruz. Museumplein’de yer alan Rijksmuseum, 8 bin sanat ve tarihi eserin olduğu Hollanda Ulusal Müzesi. 1885 yılında açılan müzede Rembrandt, Vermeer gibi ünlü sanatçıların eserleri sergileniyor.
Museumplein’deki diğer müze Van Gogh Museum. Van Gogh ve çağdaşları için 1973 yılında açılan müzede Van Gogh’un en büyük kolleksiyonu bulunuyor.
Laleleriyle Ünlü Vondelpark
Yine aynı meydanda yer alan Stedelijk Museum, dünyanın en zengin modern sanat kolleksiyonuna sahip. 90 bin eserin yer aldığı müzede, Picasso, Monet ve Cezanne’ın eserlerine göz atıp Amsterdam şehir merkezindeki en büyük park olan Vondelpark’a uzanıyoruz. Parkta çimlerin üzerinde vakit geçiren sıcak Hollandalılara göz atıyor ve şehrin en önemli sembollerinden biri olan lalenin peşine düşmeye karar veriyoruz. Lisse kasabasının sınırları içinde yer alan Keukenhof lale bahçesine doğru yola çıkıyoruz.
11’inci yüzyıldan beri Türkler tarafından yetiştirilen laleler, 16. yüzyılda batılı seyyahların Osmanlı İmparatorluğu’na yaptıkları ziyaretlerle Avrupa’ya taşınmaya başlamış. Kanuni Sultan Süleyman’ın büyükelçisi De Busbecq, Hollandalı botanikçi Carolus Clusius’a ilk lale soğanlarını hediye etmiş. O da çeşitli türler geliştirerek Hollanda’yı bir lale cennetine dönüştürmüş. Öyle ki o dönemlerde çok kıymetli olan lalenin bir soğanı ile bir ev satın alınabildiğini söylenir.
Kapıları yalnızca Mart sonundan Mayıs sonuna kadar açık olan, 32 hektar büyüklüğündeki Keukenhof Lale Bahçesi, Dünya’nın en güzel bahar parkı olarak biliniyor. Her yıl Keukenhof’a bin 600 türden binlerce çiçek ve 7 milyon lale soğanı dikiliyor.
Yılda 1 Milyon Kişinin Gezdiği Lale Bahçesi
Kelime anlamı Felemenkçe “mutfak bahçesi” olan Keukenhof, Jacoba van Bavyera tarafından 15. yüzyılda oluşturulmuş. 1949 yılında ise, Lisse belediye başkanı, lale ihracatçılarının desteği ile çiçek çeşitlerini dünya pazarı için sergilemek ve halkın da yararlanması için kamuya açık park olarak hizmete açmış. Keukenhof, günümüzde kraliçenin himayesinde bir vakıf tarafından yaşatılıyor.
Hollanda turizminin amiral gemisi sayılan Keukenhof’u yılda ortalama 1 milyon kişi ziyaret ediyor. 87 farklı çeşit ve toplamda 2500’ün üzerinde ağacın yer aldığı parkın yürüyüş patikaları toplamı yaklaşık 15 kilometreyi buluyor. Parkın içinde uzun uzun yürüyüşler yapıyor temiz havayı içimize çekip rengarenk laleler arasında tabiat anaya şükrediyoruz.
Yel Değirmenleri İçin Zaanse Schans’a Gitmek Gerek
Amsterdam’a gelmişken meşhur yel değirmenlerini yakından görmemek olmaz diyoruz. Kısa bir kara yolculuğu sonrası Zaanse Schans’a ulaşıyoruz. Kökleri 17.yy’a dayanan, üzerinde çalışır durumdaki eski tip, geleneksel yel değirmenleri ve tarihi evleri ile anılan bir yerleşim yeri Hollanda’ya farklı bir hava katıyor. 1970 yılında bölgeye taşınan 35 adet ev koruma altına alınarak bir açık hava müzesine dönüştürülmüş.
Buradaki yel değirmenlerinin her biri farklı bir amaca hizmet etmek için kurulmuş. 17. yüzyılda burada 600 adet yel değirmeni varmış. Şuan aktif olarak kullanılan yel değirmeni sayısıysa 10. En ünlü olan De Cat değirmeni, rüzgâr istenilen seviyede olduğunda tonlarca ağırlıktaki granit bir kayayı ezebilecek ve renklendirici ile bir araya getirebilecek güçteymiş.
Dilerseniz bazı yel değirmenlerinin içini de gezebiliyorsunuz. Hatta üst katına çıkıp bu şirin köyü tepeden fotoğraflayabiliyorsunuz. Kanal kenarındaki süslü evler ve değirmenlerin büyüsüne kapılıyoruz. Evler arasında gezerken küçük çiftliklere de rastlıyoruz. Arkada yel değirmeni; yeşillikler içinde otlayan keçiler ile adeta bir tabloyu somut olarak karşımızda buluyoruz.
Volendam’ın Ahşap Evleri Ünlü
Zaanse Schans’dan ayrılıp, bazı bölgeleri rakım olarak deniz seviyesinin altında olan Volendam Kasabası’na gidiyoruz. Volendam’ın en güzel yanı, kendine has ahşap evleri. Denize paralel sokaklarda, sağlı sollu uzayıp giden evler Volendam’ın en güzel resmini veriyor. Turistik ve canlı bir bölge olan kasabada atıştırmalık deniz ürünleri yiyebileceğiniz kafeler ve küçük restoranlar da yer alıyor.
Hollanda denince akla gelen şeyler arasında Hollanda peynirleri de geliyor. Biz de Volendam’dan Amsterdam’a dönüş yolunda Alida Hoeve isimli peynir fabrikasını görünce kısa bir mola veriyoruz. Bu şirin fabrikada, peynirlerin yapılışına göz atıp, bir kısmını da tadıyoruz.
Milattan sonra 400’lü yıllarda peynir yapmaya başlayan Hollandalılar, şu anda dünyadaki en büyük peynir üreticilerinden biri. Her çeşit peynir üreten Hollandalıların, zeytinli peynirden, kayısılı peynire kadar her çeşit peynirini burada görüp şaşırıyoruz.
Burada en çok ilgimizi hafif tatlı ve biraz yağlı Gouda peyniri çekiyor. Yapımı sırasında kesilmiş sütün yerine zaman zaman su ilave edildiği için tatlı olan peynirin yapımı tamamlandıktan sonra bir kaç gün kuruması için bekletiliyor. Ardından mumla kaplanarak muhafaza edilen Gouda peyniri çeşidine göre 1 hafta ile 7 yıl arasında bekletilme özelliğine sahip.
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.