Yazı ve fotoğraflar: Haber Aero
Ortaçağdan kalma yapıları, bin yıllık zeytin ağaçları, kayaların üzerine kurulan kasabaları, sıcak insanları, dünyaca ünlü mutfağı… Haber Aero bu hafta sizi Güney İtalya’nın keşfedilmeyi bekleyen bölgesi Puglia’ya götürüyor.
Adriyatik Denizi kıyısında yer alan Bari, Puglia bölgesinin başkenti ve en önemli kenti. Biz şehri keşif turumuza eski limanla başlıyoruz. Adeta bir kartpostal güzelliğinde yer alan eski liman, sabahın erken saatlerinde yakaladıkları deniz ürünlerini satışa hazırlayan balıkçılar ve martıları ağırlıyor.
Eski limanın hemen yanında şimdilerde yat kulübü ve sergi sarayı olarak kullanılan Margarita Binası yer alıyor. Tiyatro binası olarak inşa edilen yapının yanı sıra surların eşliğinde Bari Kalesi’ne doğru ilerliyoruz.
Bari geçmişte surlarla çevriliymiş. Bugün kalıntıları çok iyi korunmuş olan surlardan ilerleyip, Bari Kalesi’ne ulaşıyoruz. Normanlar döneminde inşa edilen kale, 2’nci Frederich tarafından restore edilmiş.
Kalenin köşeleri top atışlarından az etkilenmesi için adeta bıçak gibi keskin yapılmış. Geçmişte karaya bağlantısı açılır kapanır tahta kapıyla sağlanan kaleye şimdilerde köprüyle geçiliyor. Suyun yeriniyse çimenler almış.
Kaleden ayrılıp eski Bari’ye doğru yola çıkıyoruz. Dar bir sokağa girdiğimizde ilk dikkatimizi makarna kesen kadınlar çekiyor. Sokaklar çok dar ve hemen hemen hepsinin kapısı açık. Siz de ilk karşımıza çıkan eve girip makarnanın yapılışına tanıklık edebilirsiniz.
Hamurun hazırlanması, yoğrulması Anadolu’da annelerimizin yaptığından farklı değil. Tek farkın, makarnaların şekli ve biraz da kadınların artık otomatiğe bağlanmış maharetli elleri olduğunu söyleyebiliriz.
Bari birçok medeniyetten etkilenmiş
Roma döneminde karayolu kavşağında yer alan Bari, birçok medeniyetin etkisi altında kalmış. 841 yılında Araplar tarafından fethedilen kent 871’e dek Abbasi egemenliği altında yönetilmiş. Her dönemden etkilenen Bari’ye bugünkü şekli ise, 1813’te Napolyon’un generallerinden Murad tarafından verilmiş.
Eski Bari’de dolaşırken her dönem yaşananları adeta içimizde hissediyoruz. Her bir sokak yüzlerce yıllık izler taşıyor. Dar geçitler, çamaşır asılan balkonlar, sokak satıcıları, dükkânlar… Hemen hemen her şey geçmişten ışınlanmış gibi.
Eski Bari’nin dar sokaklarında adeta kaybolmuş olarak dolaşıyoruz. Sokaklarda yok yok… Dini ikonlardan balıkçılara, hediyelik eşya satıcılarından manava aradığınız her şeyi bulmanız mümkün. Hatta artık nerdeyse kaybolmuş, ahşap oyma sanatı da bu daracık sokaklarda keşfedilebiliyor.
Şehirde 2 önemli dini yapı yer alıyor
Eski Bari, iki önemli dini yapıya da ev sahipliği yapıyor. Bunlardan biri olan St. Sabino Katedrali, 6’ncı yüzyılda inşa edilen bir kilise üzerine kurulmuş. Dokuzuncu yüzyılda biraz büyütülen yapı, 12’nci yüzyılda ise bugünkü halini almış. St. Nikola, Puglia’da Roma mimarisi ile inşa edilen ilk kilise. Zaman içerisinde birçok kez elden geçen Bazilika, 1600’lü yıllarda Barok stilinden etkilenmiş.
St. Nikola Bazilikası’na ara dönemlerde eklenenler 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra çıkarılmış. Tavan süslemeleri ise, altında kalan ahşap tavanın çürümüş olması ve resimlerde St. Nikola’nın hayatından kesitler sunması nedeniyle kaldırılmamış.
Bazilikaya adını veren St. Nikola aslen Anadolulu. Kemikleri İtalyan denizciler tarafından Antalya Demre’den 1087 yılında getirilmiş. Mezarı bazilikanın alt katında yer alan St. Nikola Ortodokslar tarafından çok değer verilen bir din adamı. Bu nedenle Ortodokslar St. Nikola’nın mezarında dua edip ayin yapıyorlar. Yani katolikler ve Ortodokslar aynı yapıda ibadet ediyorlar. St. Nikola, bu özelliğiyle dünyada tek.
Sayfiye yeri Barletta
Hiç kuşkusuz Bari’de keşfedilecek da çok yer var. Ancak biz zamanımızı kıymetli kullanmak, size daha farklı çok yer anlatmak üzere Bari’den ayrılıyoruz. İlk olarak yolumuzun üzerinde yer alan Barletta’da kısa bir süre mola veriyoruz. Sayfiye yeri olarak da bilinen Barletta’da eski şehre tarihi bir kapıdan giriyoruz. Kapının hemen yanında yer alan Barletta Katedrali bütün görkemiyle bize adeta “hoş geldiniz” diyor.
Siyasi bir şehir olarak öne çıkan Barletta’da bölgenin en önemli sanatçılarından biri olan De Nittis’in eserlerinin yer aldığı müzeye uğruyoruz. Fransa’da daha çok tanınan Giuseppe De Nittis, Paris salon sanatıyla empresyonizmi çalışmalarında birleştirmiş bir ressam. Müzede sanatçının yaklaşık 150 yağlıboya ve pastel çalışması yer alıyor.
Müze bir kaç bölümden oluşuyor. Sanatçının farklı dönemlerde yaptığı çalışmalar ayrı ayrı odalarda sergileniyor. Bulut, sis, kar, kış gibi birçok temaya resimlerinde yer veren De Nittis, çok sevdiği ev yaşantısını da eserlerinde kullanmış. Eşiyle 20 yaşında evlenen sanatçı, 38 yaşında hayatını kaybetmiş.
Şekerlemeleriyle ünlü Andria
Puglia Bölgesi’ndeki şimdiki durağımız ise Andria şehri oluyor. Puglia bölgesi tarım, hayvancılık ve sanayinin yanı sıra şekerlemeleriyle de ünlü. Andria’da yer alan Şekerleme Müzesi’ne girip, kültür hazinenizi zenginleştirmenizi öneriyoruz.
İlk olarak 1894’te açılan mağazanın 4’üncü kuşağı tarafından işletilen bu tarihi mekân bademli, fındıklı ve çikolatalı şekerlemeleriyle ünlü. Puglia Bölgesi’nin adetlerine göre, erkek tarafı kız istemeye giderken bu şekerlemelerden götürmek zorundaymış. Ortada bir gelenek ve zorunluluk olunca şekerlemelerin önemi daha artıyor.
Mağazanın altındaysa şekerleme üretiminin geçmişten günümüze değişimine tanık oluyoruz. Elle çalıştırılan kazanlardan kömürle ısıtılanlara, şekerleme üretiminin geçirdiği evreler müzede sergileniyor. Müzeyi gezerken Türkiye’de imal edilen terazi dikkatimizi çekiyor. Bir başka dikkatimizi çeken bölümse, çok iyi korunmuş eski çalışma ofisi oluyor.
Şekerleme müzesinden Andria’ya yaklaşık 30 dakikalık mesafede bulunan Castel Del Monte’ye gitmek için ayrılıyoruz. Dünyanın en güzel 10 şatosu arasında sayılan yapı, 13. yüzyılda Roma Germen İmparatoru 2’nci Frederick döneminde inşa edilmiş. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan şato, İmparatorun av sarayı olarak kullanılıyormuş. Şatonun girişinde yapıya ait bilgiler ve kralın tacının resmi yer alıyor. Sekizgen şeklindeki yapının her katında sekiz oda bulunuyor. Sonraları hapishane ve sığınak olarak kullanılan Castel Del Monte, dönemin izlerini fazlasıyla barındırıyor.
Köylerdeki restoranlarda yemek molası verin!
Puglia bölgesi, zeytinciliğiyle ünlü. Bölgede bin yaşında zeytin ağaçları bütün görkemiyle korunuyor. Siz de keşif turunuza çiftlik evi şeklinde oluşturulmuş özel bir restoranlarda öğle yemeği arası verebilir, yüzlerce yıllık zeytin ağaçlarını yerinde keşfedebilirsiniz. Ayrıca İtalya’ya özgü makarna ve pizza haricinde özel lezzetlerin tadına bakabilirsiniz. Biz de oldukça otantik öğeler barındıran restoranda yerel ürünlerden pişirilen yemeklerle karnımızı doyurup, çok özel kasaba olan Polignano a Mare’ye doğru yola çıkıyoruz.
Görkemli bir kapıdan girilen Polignano a Mare, Puglia’nın kartpostalı olarak adlandırılıyor. Kasanabının ortasında küçük bir meydan yer alıyor. Buradaki evler ve kilise brbiriyle adeta bütünleşmiş gibi. Fransız düşünür Didero’nun 1700’lü yıllarda buraya gelip, kasabadan bahsetmesiyle ün kazanmış. Avrupa’nın asilleri, üst düzey bürokratları kasabayı ziyaret etmeye başlamış.
Polignano a Mare, Ortaçağ’dan kalma mimarisiyle oldukça ilgi çekiyor. Özellikle dar sokakları keşfedilmeyi bekleyen sürprizleriyle kendisine çekiyor. Bu daracık sokakları takip ederseniz, sürprizlerin en büyüğü sizi bekliyor; deniz, kayalıklar ve evler…
Polignano a Mare’nin en önemli özelliği kayalıklar üzerine inşa edilmiş olması. Aslında Puglia’da benzer birçok kasaba yer alıyor. Ancak coğrafi koşullarından dolayı geçmişte saldırılardan korunmuş olması, bugünse doğal güzellikleri Polignano a Mare’yi her dönem eşsiz kılıyor.
Denizin muhteşem görüntüsünü izleyebileceğiniz balkonlara daracık sokaklardan ulaşılıyor. Adriyatik Denizi’nin hırçın dalgalarına direnmeye çalışan kayalıklarla evlerin oluşturduğu ahenk gelenleri şaşırtıyor. Gerçekten de suyun etkisiyle oluşan girintili çıkıntılı kayalıklar ve hemen üzerindeki evler sanki binlerce yıldır birlikteymiş hissi uyandırıyor bizde.
Harran evlerin ikizi Trulli evleri
İtalya’nın Puglia bölgesindeki son durağımız ise Alborebello oluyor. Adeta bir masal bahçesini andıran Alberobello, 1600’lü yılların sonu, 1700’lerin başında Kont Giangirolomo tarafından kurulmuş. 1996 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan kasabanın çok özel bir hikâyesi var.
Zamanın Kralı, bölgeyi Kont Giangirolomo’ya hediye etmiş. Kont, ormanlık alanı köy yapmak için bölgeden insanları buraya davet etmiş. Arazi parası ve vergi istemeyeceğini söylemiş. Sadece üretilen ürünlerden bir kısmını talep etmiş. Kral’a vergi vermesi gereken Kont, buraya yerleşenlere sadece evlerin kısa sürede sökülebilecek şekilde inşa edilmesini şart koşmuş. Özellikle çatılarda çimento benzeri malzeme kullanılmamış. Kralın askerleri denetime gelirken çatılar sökülüyormuş, sadece altı kalıyormuş. Böylece Kont Krala vergi vermekten kurtuluyormuş. Böylece şu an görünen Trulli evleri ortaya çıkmış.
Alberobello’da yaklaşık bin 150 Trulli evi yer alıyor. Bunların birçoğu işyeri olarak kullanılıyor. Çok azında yaşam var. Bu evlerde yaşayanların nüfusu yaklaşık olarak 200 kişi. Evler çok küçük, bir oda bir salon ve mutfaktan oluşuyor. En güzel özellikleriyse yazın serin, kışın ise sıcak olmaları.
Trulli evleri olarak adlandırılan yapıların benzerleri Harran’da yer alıyor. Harran’ın geçmişi çok eskiye dayandığı için bu yapı tekniğinin Ortadoğu’dan geldiği uzmanlarca dile getiriliyor. Mimari yapısı ve çatılarındaki işaretleriyle Trulli evleri muhakkak görülmesi gereken bir yer. Buraya gidin, sokaklarında dolaşın ve bölgeye has hediyelik eşyalardan almadan dönmeyin!
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.