Çalıştığım kurumun genel merkezinin de bulunduğu Brüksel galiba son yıllarda en çok zaman geçirdiğim şehir. Özellikle son iki yıldır ayda en az iki hafta içini Brüksel’deki ekibimle geçiriyorum. Bu durum beni pazartesi sabahları İstanbul-Brüksel, cuma akşamları ise Brüksel-İstanbul uçuşlarının müdavimi haline getirdi.
Beni yakından tanıyan dostlarım Brüksel’i çok sevmediğimi yakından bilirler. Bunun en temel nedenleri ise kış döneminde soğuk hava ve kısa süreli gün ışığı, Fransızcayı pek sevmemem, kentin sıkıcı ve pek temiz olmaması gibi nedenleri sıralayabilirim. Özellikle kış mevsiminde pazartesi sabahları Brüksel Havalimanı’na indiğimde kendimi yıllar önce yatılı okul lise dönemimde hafta sonu tatilinde memleketten dönüp okulun binasına girişteki gibi hissettiğim çok olmuştur…
Ancak son yıllarda Brüksel’i daha cok seviyorum. Özellikle bahar ve yaz döneminde. Belçika’nın başkenti ve Avrupa Birliği kurumları ile birlikte uluslararası bir çok kuruluşa ev sahipliği yapan Brüksel’in en güzel yanlarından birisi galiba Avrupa’daki birçok güzel ve önemli kente kısa mesafede bulunması. Paris, Londra, Amsterdam, Köln gibi şehirler Brüksel’den tren ile sadece birkaç saat uzaklıkta. Ayrıca Brüksel’den bir saatten az süren bir tren yolculuğu ile Belçika’nın Flaman bölgesindeki şahane Brugge kentine ve hafta sonu gezmesi için ideal Gent’e ulaşmak mümkün.
Brüksel içerisinde ise hem ofisime hem de evime yakın olması nedeniyle en sevdiğim, neredeyse hergün ziyaret ettiğim, şehrin hem turistik hem de en bilindik meydanı olan Grand Place favori mekânım. Barok ve gotik tarzlarda inşa edilen meydan, 1998 yılında UNESCO Dünya Tarihi Mirası listesine girmiş. Tarihi belediye binası da bu meydanda. Belediye binası Hotel de Ville olarak geçiyor, hemen karşısında ise kralın evi anlamına gelen Maison du Roi yer alıyor. Hatta bu binanın içinde Kent Müzesi de var. Meydanda yıl boyu birçok etkinlik düzenleniyor ancak en popüleri 2 yılda bir Ağustos aylarında yapılan Flower Carpet etkinliği ile tüm meydan çiçeklerle kaplanıyor.
Meydandan birkaç dakikalık yürüme mesafesinde Brüksel’in simge yapılarından Manneken Pis yani İşeyen Çocuk heykeline varıyorsunuz. 61 cm büyüklüğünde siyah bir çocuk heykelinin önü özellikle turistlerin yoğun olduğu dönemlerde çok kalabalık oluyor. Bu heykelle ilgili pek çok hikâye anlatılıyor: Kaybolan ve daha sonra işerken bulunan bir çocuk, savaşta patlamak üzere olan dinamitlerin üzerine işeyerek söndüren bir çocuk, çıkan yangını işeyerek söndüren bir çocuk ve bunun gibi onlarca hikâye daha… Hangisinin doğru olduğu konusunda ise net bilgim bulunmuyor…
Brüksel’in en önemli simgelerinden birisi ise şehrin biraz dışında, 1985’te 39 kişinin hayatına mal olan Heysel faciasının yaşandığı o zamanki adıyla Heysel, şimdiki adıyla Kral Baudouin Stadyumu’nun yanındaki Atomium. Atomium, 1958 yılında yapılmış, bir demir kristalinin 165 milyar kez büyütülmüş hali. 18 metre çapında ve dokuz çelik kürenin birleştirilmesi ile oluşuyor. Küreler 12 boru ile birbirine bağlanmış ve halihazırda kürelerden birinde çok güzel bir restoran bulunuyor.
Brüksel’in en güzel yanlarından birisi ise şahane bir mutfak kültürüne sahip olması. Çikolatanın, waffle’ın ve biranın başkenti olarak bilinen Brüksel’in deniz mahsülleri de efsane. Ayrıca dünyadaki en lezzetli patates kızartmalarını tadabileceğiniz Brüksel’de Belçikalılar ‘French fries’ tabirine kızgınlar ve gerçekte ‘Belgian fries’ olması gerektiğini iddia ediyorlar.
Bahar ve yaz aylarında birçok festivale de ev sahipliği yapan Brüksel’e kış döneminde gitmek durumunda olanların tercih edebilecekleri bir ay var mı diye sorarsanız şüphesiz aralık ayını tavsiye ederim. Brüksel’de aralık ayı, ocak ve şubata göre daha yumuşak geçiyor ve bu da tam yılbaşı pazarlarının kurulma dönemine denk geliyor. Brüsel’de her yıl 25 Kasım-1 Ocak arasında şehrin merkezine kurulan yılbaşı pazarı, ışıklandırılan tarihi binalar ve ortamın kalabalığı öyle böyle güzel olmuyor.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.