Kalabalık bir sokakta yürürken omuzumuza çarpan birine sinirlenmeden önce, o kişinin gününün nasıl geçtiğini düşünmek gelir mi aklımıza? Belki hastaneye yetişmeye çalışıyordur, belki kötü bir haber almıştır, belki de hayatındaki yükler öyle ağırdır ki nereye yürüdüğünün bile farkında değildir. Tam da bu noktada, empati denen kavram sessizce çıkar karşımıza. Kendi duygularımızı ve tepkilerimizi bir anlığına kenara bırakıp, karşımızdakinin iç dünyasına girebilmektir empati. Kolay gibi görünür ama zor bir beceridir.
Hayatın hızlı temposu içinde insanlar, birbirlerini sadece duymaya değil; gerçekten anlamaya da zaman ayırmıyor. Oysa empati, yalnızca birini dinlemek değil; onu anlamaya çalışmak ve duygularını gerçekten hissedebilmektir. Bir insanın yaşadıklarını onun gözlerinden görebilmek, dünyayı onun penceresinden izleyebilmektir. Ve bu, en sade hâliyle insan olmanın temelidir.
Birçok insan, empatiyi sadece kibar olmakla karıştırıyor. Oysa empati, nezaketten öte bir durumdur. Çünkü burada amaç, karşımızdakini memnun etmek değil; ona yargılamadan yaklaşmaktır. Kendi haklılığımızı kanıtlamaya çalışmadan, yalnızca ne hissettiğini anlamaya çalışmaktır. Bu da karşılıklı güvenin, sağlıklı ilişkilerin ve huzurlu bir toplumun yapıtaşlarından biridir.
Günümüz dünyasında empatiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Fikir ayrılıklarının hızla çatışmaya dönüştüğü, insanların birbirini dinlemekten çok yargıladığı bir çağdayız. Sosyal medyada, sokakta, iş yerinde, aile içinde. Her yerde daha fazla empatiye, daha fazla anlayışa ihtiyaç var. Belki de yaşadığımız birçok kırgınlığın, anlaşmazlığın, hatta toplumsal yaraların temelinde, empati eksikliği yatıyor.
İyi haber şu ki, empati geliştirilebilir bir beceridir. Herkes empati kurmayı öğrenebilir. Bunun için tek yapmamız gereken, biraz durmak ve düşünmek. Karşımızdaki kişi o sözleri neden söyledi? O davranışı neden yaptı? O an ne hissediyor olabilir? Belki de onun öyle davranmasına sebep olan bir geçmişi, bir travması, bir korkusu var. İşte empati, tüm bunları göz önünde bulundurabilme cesaretidir.
Çocukluktan itibaren empati görerek büyüyen bireyler, ileride daha anlayışlı ve daha duyarlı insanlar hâline gelir. Bu yüzden empati, yalnızca bireysel değil; toplumsal bir sorumluluktur da. Ailede başlayan bu öğrenme süreci, okulda, sokakta ve iş yerinde devam eder. Bir toplumun vicdanı ise, bireylerinin empati kurma yeteneğiyle ölçülür.
Empati kurmanın önündeki en büyük engellerden biri, önyargılardır. İnsanları tanımadan, geçmişlerini bilmeden onları belli kalıplara sokmak, onları gerçek halleriyle görmemizi engeller. Etiketler, empatiyi öldürür. “Şu sınıfa ait”, “şöyle biri”, “zaten hep böyle yapar” gibi genellemelerle yaklaştığımız insanlara gerçek anlamda yaklaşmamız mümkün değildir. Oysa empati, yargılamadan önce anlamayı seçmektir. Bazen anlaşamayabiliriz, aynı fikirde olmayabiliriz ama anlayabiliriz. Ve bu anlayış bile birçok şeyi değiştirir.
Sosyal hayatımızda olduğu gibi, iş hayatımızda da empati çok önemli bir yer tutar; hatta profesyonel başarının temel unsurlarından biri olduğu söylenebilir. İş ilişkisi içinde bulunan tüm kademelerin, birbirini herhangi bir bariyer, koşul veya önyargı olmadan anlamaya çalışması; iletişimdeki yanlış anlamaları azaltır ve güven ortamını güçlendirir. Empatik bir yaklaşım, çatışmaların yapıcı biçimde çözülmesini sağladığı gibi, çalışanların kendilerini değerli hissetmelerine yardımcı olur ve içinde bulunduğumuz organizasyona olan bağlılığımızı artırır. Karşımızdakinin yalnızca sözlerini değil, duygularını da görebilmek; ekip içi dayanışmayı, motivasyonu ve üretkenliği besler. Sonuçta empati, iş dünyasında yalnızca insani bir erdem değil; sürdürülebilir başarı ve sağlıklı bir çalışma kültürünün vazgeçilmez bir parçasıdır.
Bir sunum öncesinde, karşıdan gelebilecek soruları öngörebilmek için kendimizi sunum yapacağımız kişilerin yerine koymak; onların penceresinden bakarak içeriği ve akışı oluşturmak, sunumumuzun başarısına önemli ölçüde katkı sağlar. Ekibimizle yaptığımız bir toplantıda alınacak kararlar için yalnızca kendi bakış açımızla değil, ekipteki farklı rollerin ve sorumlulukların perspektifinden düşünmek; olası zorlukları önceden görmemizi, daha dengeli kararlar almamızı sağlar ve herkesi karar sürecinin bir parçası hâline getirir. Bu yaklaşım, ekip kültürünün sağlamlaşmasına katkıda bulunurken; aynı zamanda herkesin sürece katkı verme istekliliğini de artırır.
Bir öğretmenin öğrencisine, bir doktorun hastasına, bir yöneticinin çalışanına empatiyle yaklaşması; sadece ilişkileri değil, insanların hayatlarını değiştirir. Bazen bir kelime, bazen sadece bir bakış yeter. Yeter ki karşımızdakini sadece duymayı değil, hissetmeyi de öğrenelim.
Unutmamak gerekir ki herkesin bir hikâyesi var. Herkesin içinde kimseyle paylaşamadığı bir kırgınlığı, bir korkuyu veya bir acıyı taşıdığı zamanlar olur. Empati, bu görünmeyen yaraları fark edebilmektir. Bazen konuşmadan bile bir insanın içinden geçenleri anlayabilmektir.
Peki, empatiyi günlük hayatımıza nasıl daha çok dâhil edebiliriz? Küçük adımlarla başlamak yeterli. Mesela, bir tartışmada hemen cevap vermek yerine bir an durup karşımızdakinin neyi neden savunduğunu anlamaya çalışabiliriz. Bir arkadaşımızın sessizliğini yargılamak yerine, ona “İyi misin?” diye sorabiliriz. Bir yabancının ters bir davranışını kişisel algılamak yerine, onun o an neler yaşıyor olabileceğini düşünebiliriz. Bu küçük alışkanlıklar, zamanla empatiyi hayatımızın bir parçası haline getirir.
Empatiyi günlük yaşantımıza dâhil etmek, aslında bakış açımızı değiştirmekle başlar. Her karşılaşmada “Ben olsaydım ne hissederdim?” diye sormak; olaylara farklı yönlerden bakma becerimizi geliştirir. Trafikte sıkıştığımızda korna çalmak yerine karşımızdakinin acele etme sebebini, bir toplantıya katkı vermeyen bir çalışanın sessiz kalma nedenini düşünmek bile; empatiyi geliştirmenin ve empatik düşünmenin bir adımıdır. Zamanla bu farkındalık, bir alışkanlık hâline gelir ve sadece bireysel ilişkilerimizi değil, toplumsal uyumu da güçlendirir. Çünkü empati, başkalarının hikâyesine kulak verebilme sanatıdır. Herkes bu bilinçle hareket ettiğinde, daha anlayışlı ve daha huzurlu bir yaşam kültürüne doğru ilerleyebiliriz.
Sonuç olarak, empati; “ben” demekten çok, “sen” demeyi öğrenmektir. Ama belki de en önemlisi, “biz” diyebilmektir. Empati kurabildiğimiz sürece insan kalırız. Belki de hayatın en değerli becerisi budur: bir başkasının penceresinden bakabilmek…
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.