Alaska, ABD’nin yüzölçümü en büyük eyaleti. 1.79 milyon kilometrekare ile Türkiye’nin iki katından biraz daha büyük. Ancak nüfusu sadece 730 bin. Nüfusun bir bölümü İnuit, Yupik ve Aleutlar gibi yerel halklar. Başkenti Juneau, en büyük şehri ise nüfusun yarısının yaşadığı Anchorage. Eyalet ABD’nin diğer eyaletlerinden coğrafi olarak kopuk. Kuzeyinde Arktik Okyanusu, doğusunda Kanada, güneyinde Pasifik Okyanusu ve batısında Arktik ile Pasifik’i birbirine bağlayan Bering Boğazı yer alıyor. Bering Boğazı’nın doğu sahilleri ise Rusya Federasyonu.
Alaska son derece dağlık ve kutup iklimi hakim. Pek çok farklı madenler açısından oldukça zengin. Balıkçılık ve turizm de gelir kaynakları arasında. Tarihsel olarak ekonomiyi, altın madenciliği dışında, yabani hayvan bolluğu nedeniyle kürk ticareti ayakta tutmuş. Ancak günümüzde ekonomisi petrol ve doğalgaza dayanıyor. Arktik sahillerinde yer alan Purdhoe Bay’de 1968’de petrol bulunması, çıkarılan petrolün 1977’de açılan Trans-Alaska Boru hattı ile Pasifik sahiline taşınması eyaletin kaderini değiştirmiş. Federal gelir vergisinin uygulanmadığı eyalette, Alaska eyalet yönetimi de halktan gelir vergisi almıyor. Onun yerine, her bireye yıllık birkaç bin dolar mertebesinde petrol gelirinden pay veriyor. Geri kalan gelirin önemli bir bölümünü de gelecek nesiller için bir varlık fonunda değerlendiriyor. Halen eyaletin en büyük sorunu küresel ısınma.
Alaska’ya ilk gelen Batılılar Ruslar olmuş. 1640’lardan itibaren Sibirya üzerinden doğuya doğru ilerleyen Ruslar, kürk ticareti için Pasifik kıyılarına ulaşmışlar. 1741’de de Rus donanmasında görev yapan Danimarkalı Vitus Bering, şimdi kendi adıyla anılan boğazı aşarak Alaska’yı keşfetmiş. 1784’e kadar Ruslar bu topraklarda kalıcı koloniler kurmamışlar ama, kürk peşindeki avcılar buralara akın etmiş. 1799’da Çar I. Pavlus, British East India Company benzeri tekelleşmiş bir şirket olan Rus-Amerikan Kumpanyasına Alaska’nın ticari haklarını ve yönetimini vermiş. Rus nüfus hiçbir dönemde 700’ü aşmamış ama, yine de yerli halk üzerinde zorla çalıştırma gibi çok ağır baskılar kurmuşlar ve büyük katliamlar yapmışlar.
Rus Çarlığı bu dönemde Avrupa’da da genişlemeye çalışmaktaymış. Sıcak denizlere ulaşma hedefi çerçevesinde Osmanlılarla da bir dizi savaşa girmişler. Genellikle Osmanlılara karşı büyük başarılar elde eden Ruslar, zaman zaman Fransa, Avusturya ve İngiltere gibi ülkelerin kendi çıkarları nedeniyle Osmanlı’nın yanında yer alması sonucu istedikleri sonuçları elde edememişler. Bu savaşlardan biri de 1853-56 yılları arasında gerçekleşen Kırım Savaşı.
1850’lerde Avrupa ve dolayısıyla Rusya, Osmanlı’yı artık “hasta adam” olarak görülüyordu. Bu dönemde Osmanlı topraklarındaki kutsal yerler (Kudüs, Beytüllahim) üzerinde Fransa destekli Katolikler ve Rusya destekli Ortodokslar arasında ayrıcalık kavgası çıkmıştı. Sonunda Çarlık Rusyası, Osmanlı’dan Ortodoks tebaanın koruyuculuğunu üstlenme talebinde bulundu. Bu aslında Osmanlı üzerinde nüfuz kurma çabasına bir bahaneydi. Osmanlı’nın bu talebi kabul etmemesi gerekçe gösterilerek İmparatorluğuna ağır bir darbe vurulacak, bu sayede Boğazlar ve Balkanlar üzerinden Akdeniz’e inilecekti. Ancak İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Boğazlar üzerinden Akdeniz’e inmesini doğrudan çıkarlarına tehdit olarak gördüler. Avusturya da Rusya’nın Balkanlarda güçlenmesini istemiyordu.
Kırım Savaşı 1853’te Rusya’nın Ortodokslar’ın yönetiminin kendisine bırakılması talebini içeren bir nota vermesiyle başladı. Osmanlı bu notayı reddedince Rus orduları Eflak ve Boğdan’ı işgal etti. Bu durumda 1853 Ekim’inde de Osmanlı Rusya’ya karşı savaş açtı. 30 Kasım 1853’te ise Rus donanması Sinop’ta Osmanlı donanmasına bir baskın düzenledi ve tüm donanmayı yaktı. Bu baskın aynı zamanda tarihte yelkenli ahşap gemilerle yapılan son savaştır.
Osmanlı’nın gerek Balkanlar, gerekse Karadeniz’de düştüğü aciz durumu kendi çıkarlarına aykırı bulan Fransa ve İngiltere donanmaları 1854’te Boğazlar’dan geçerek Kırım’a asker çıkardı. Balkanlar’da ilerlemekte olan Rus ordusu ise Avusturya’nın baskısıyla geri çekildi. Asıl savaş ise Kırım yarımadasında yoğunlaştı. Müttefikler (Osmanlılar, İngiltere, Fransa ve İtalya’daki Piyemonte Krallığı) Sivastopol’u 11 aylık bir kuşatma sonucunda Eylül 1855’te ele geçirdi. Paris’te yapılan antlaşma ile Rusya yenilgiyi kabul etti.
Osmanlı bu savaşta toprak kaybetmedi ama ilk kez, hem de ciddi oranda borçlanmak zorunda kaldı. (Alınan borç altın üzerinden hesaplandığında, bugünkü güncel değeri tahminen 11 Milyar dolara karşılık geliyor) Bu borcunu ödemekte zorlanan Osmanlı, faizlerle de artan bu mali yükü başka borçlarla kapatmak zorunda kaldı.
Osmanlı’nın İngiltere’ye askeri ve mali bağımlılığı 93 Harbi ile daha da derinleşti ve sonunda borcunu geri çeviremeyen Osmanlı iflas etti. 1881’de Düyun-i Umumi idaresi kurularak Osmanlı’nın tüm önemli gelirleri alacaklılar tarafından kaynaktan kesilmeye başlandı.
Kırım Harbi ile başlayan bu dengesiz ilişkinin bir sonucu olarak Kıbrıs da 1878’de fiilen İngiltere’ye devredildi, 1914’te Dünya Savaşı başlayınca da İngiltere adayı resmen ilhak ettti.
Savaşın diğer tarafı olan Rusya, Kırım Savaşı’ndan Osmanlı’ya oranla çok daha ciddi bir mali yükle çıktı. Savaş Rusya’ya bugünkü rakamlarla tahmini 28-29 milyar dolara mal oldu. Osmanlı Kırım Savaşı’nın mali yükünü borçlanarak aşmaya çalışırken, Rusya bütçede oluşan nakit açığını Alaska’nın satışı ile aşıp, zaman içerisinde mali yapısını kısmen de olsa düzene sokabildi. Zira, Osmanlı gibi ağır bir borç yükü altına girmekten imtina ettiği için, ülkenin gelir kaynakları üzerindeki kontrolü kaybetmemişti. Bu sayede Osmanlı gibi mali bağımsızlığını da kaybetmedi.
Geri dönüp bakıldığında bugünün parasıyla 150-190 milyon dolara ABD’ye satılan Alaska da, çok ucuza gitmiş gibi bir izlenim bırakabilir ama, aslında yapılan Rusya için bence çok doğru bir çözümdü. Rusya, Alaska’da petrol bulunacağını ve petrolün ekonomide kazanacağı önemi bilemezdi. Denizaşırı toprak olan Alaska’nın ekonomiye ve devlet hazinesine getirisi son derece kısıtlıydı. Askeri açıdan da savunulması olanaksızdı, zira hemen yanıbaşındaki Kanada üzerinden İngiltere istediği zaman Alaska’yı kendisine bağlayabilirdi. Alaska’yı, İngiltere’den zorlu bir mücadele sonucu bağımsızlığını kazanan ABD’ye de satmak akılcıydı. Bu sayede, Britanya İmparatorluğunu Rusya’nın doğu sınırlarından uzak tutmakta, Alaska’yı da İngiltere’nin bir hasmına terk etmekteydi.
Osmanlı borçlanıp, sonra da borcunu ödeyemeyerek ekonomik bağımsızlığını kaybedip, bunun sonucunda da Kıbrıs gibi topraklarını ona buna peşkeş çekerken, Rusya Alaska’yı satıp, vergi gelirleri üzerindeki kontrolünü kaybetmeyerek bağımsızlığını korumuştu.
Bugün entelektüel bir Rus ile sohbet ettiğinizde, size şaka ile karışık ‘Alaska’yı sizin yüzünüzden kaybettik’ derse, bilin ki takılmanın arka planı işte budur.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın paylaşımının nasıl olacağı konusu Kırım’da Yalta’da görüşülmüşken, günümüzün iki emperyalist ülkesi Rusya ve ABD’nin bu kez Ukrayna başta olmak üzere dünyanın yeniden paylaşımını 15 Ağustos 2025’de Alaska’da değerlendirmiş olmasının da gerek Rusya gerekse ABD açısında sembolik bir anlamı olsa gerek.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.