1978’da Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra sınıf arkadaşım, şimdiki eşim Zehra ile yüksek lisans yapmak için İngiltere’ye gitmeye karar vermiştik. İkimize de kabul mektubu yollayan Brighton’daki Sussex Üniversitesi’nin (University of Sussex) Yöneylem Araştırması Bölümü’nde bir yıl okuyacaktık.
O dönemler Sussex’in Yöneylem Araştırması Bölümü Birleşik Krallık’ın Lancester Üniversitesi’nden sonraki en iyi yöneylem eğitimi veren bölümüydü. Bölümün iki hocası çok tanınmıştı. Bunlardan biri stok kontrolü ve envanter yönetimi hocası Prof. Gupta, diğeri ise yöneylem araştırması çalışmalarını askeri uygulamalardan sivil uygulamalara aktarmasıyla tanınan Prof. Patrick Rivett idi. Prof. Rivett II.Dünya Savaşı sırasında Birleşik Krallık’ta kurulmuş olan yöneylem grubunda da etkin rol almıştı. Ayrıca, bir yıl boyunca eğitim göreceğimiz bölümün de başkanıydı. Yöneylem Araştırması konusunda bir kitabı da olan Rivett bizlere haftada bir gün iki saatlik bir ders verirdi.
Eğitim programı kapsamında istatistik, stok kontrolü, kuyruk teorisi, stokastik prosesler, psikoloji, ekonomi gibi dersler alırdık. Patrick Rivett ise tüm bu derslerde öğrendiğimiz bilgileri de kapsayan, ama aslında tüm eğitim yaşamımızda öğrendiklerimizi de kullanmamızı gerektiren bazı vaka çalışmalarını bize ödev olarak verir, dersinde bu yaptığımız çalışmaları, bizlerle birlikte değerlendirirdi. Verdiği vakalardan birini lise geometrisi ile çözdüğümü hatırlıyorum.
Rivett’in cana yakın bir kişiliği vardı. Öğrencilerle ilişkileri gayet iyiydi. Sınıfında on yedi kişiydik. Ben, Zehra ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Refik Soyer olmak üzere biz üç Türk dışında, İskoç, İngiliz, Meksikalı, Malezyalı, Iraklı, İranlı öğrenciler vardı.
Iraklı Mehdi sınıfın yaşça en büyük iki öğrencisinden biriydi. Sonradan öğrendiğimize göre Irak ordusunda binbaşıymış ve ordu tarafından burslu olarak Sussex’e yollanmış. Babamın devletin uyguladığı özel döviz kuru sayesinde bana ayda 200 GBP yolladığı o dönemde, Mehdi 2000 GBP harcırah alırdı. Dolayısıyla, bizler gibi yurtta kalmaz, Brighton’da tuttuğu bir evde diş hekimi olan eşi Serap ile birlikte yaşardı. Ayrıca ufak bir arabası vardı ve okula onunla gidip gelirdi. Sessiz bir kişiliği olan Mehdi, Müslüman olmamız ve komşu bir ülkeden gelmiş olmamız nedeniyle bizleri kendisine yakın hisseder özellikle iyi ilişkiler kurmaya çalışırdı.
Arap aksanıyla Zehra’ya “Zahra”, bana da “Alber” derdi. O zamanlar beni Yahudi sandığını düşünürdüm ama uzun yıllar sonra iş yaşamım esnasında Mısır’da Arapça’da “P” harfi olmadığını, onun yerine “B” kullanıldığını öğrendim. Biz de kendisine saygıda kusur etmez, ama yaş farkı ve kültür farklılıkları nedeniyle mesafeli dururduk. Bir keresinde beyaz çizgili siyah takım elbise, altında kırmızı tokyolarla derse gelmesi, biz Türkler arasında esprilere neden olmuştu. Sanırım ‘altı kaval, üstü şeşhane’ deyimi de o sıralar epey tekrarlanmıştı.
İngiliz sisteminde lisansüstü çalışma üç semester sürüyor, ikinci dönemin sonunda Mart ayında tüm derslerden sınava giriliyordu. Bir iki dersten kalındığı taktirde ikmal hakkı da vardı. Bizim bölümde sınavlardan sonra başlayan üçüncü semester ve onu izleyen yaz dönemi boyunca da master tezi hazırlanıyordu. Tez önerileri bölüm tarafından sunuluyor, öğrenciler bu öneriler arasından seçim yapıyordu. Master tezi olacak çalışmanın veri toplama ve analiz bölümü 2-4 kişilik gruplar halinde yapılıyor, daha sonra her birey kendi özgün değerlendirmelerini kapsayan master tezini hazırlıyordu. Bu şekilde hem takım çalışması hem de bireysel çalışma deneyimi edinilmiş oluyordu.
Biz Mart ayında sınavlara girdikten sonra Türkiye ve Kıbrıs’a ailelerimizin yanına iki haftalığına tatile gittik. O zamanın kısıtlı iletişim olanakları nedeniyle sınav sonuçlarını ancak dönüşte öğrenebildik. Tüm derslerden geçmiştik. Hatta Refik sınıf ikincisi, Zehra üçüncüsü ben de dördüncü olmuştum.
Üç Türk derhal projemizi seçtik. İlk bölümünü ortak yapacaktık. Üzerinde fikir birliğine vardığımız proje konusu Brighton içerisinde bir benzin istasyonu için optimal yer seçimiydi. Ayrıca, pompaların konumlandırılması, araba yıkama vb ünitelerin gerekliliği gibi konular da çalışma kapsamındaydı. Halen şehirde faaliyet gösteren benzincilerin büyütülmesi, yerleşim optimizasyonları gibi konular da proje kapsamındaydı.
Biz ön hazırlıkları yaparken bir gün Prof. Rivett bizi odasına özel olduğunu söylediği bir görüşmeye çağırdı. Mehdi sınavlardan kalmıştı. Ancak, Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı üniversiteyle temas kurmuş ve Mehdi’nin sınıfı geçmesi için istekte bulunmuştu. Anlaşılan binbaşı Mehdi Bekri diplomatik açıdan önemliydi. Bunun üzerine Mehdi ikmal sınavlarında bir şekilde geçirilmişti. Ancak aklı başında bir proje yapması gerekiyordu. Patrick Rivett Mehdi’yi bizim ekibe almamızı rica ediyordu. İster istemez kabul ettik. Gerçi biz projeye başlamış ve bir miktar yol kat etmiştik ama bir şekilde Mehdi’yi dahil etmenin yolunu bulacaktık.
Yapacağımız çalışmanın ilk bölümü, şehirde önem arz ettiğini değerlendirdiğimiz yerler ve çalışmakta olan benzincilerde uzun ve zahmetli bir veri toplama çalışması gerektiriyordu. Daha sonra bu veriler SPSS isimli bir istatistik yazılım paketinde analiz edilecek, en sonunda da çıkan analiz sonuçlarına göre her birimiz ayrı ayrı değerlendirmemizi yaparak master tezlerimizi yazacaktık.
Veri toplama işini belli bir aşamaya getirmiştik ama devamına Mehdi’yi de dahil ederek dönüşümlü olarak dördümüz birden yapmayı planladık. Sahada günde 16-18 saat ve 7 gün kalmak gerekiyordu ve Mehdi’nin dahil olmasıyla işimizin hafifleyeceğine inanıyorduk. Nisan ayının ortasında başlayan bu çalışma Temmuz sonuna kadar sürdü. Serin bahar ve izleyen Haziran havası, Brighton sahilinde esen sert rüzgarlar ve zaman zaman yağmur altında oldukça zahmetli bir işti. Yemeğimizi sandviç ve kola ile geçiştiriyorduk.
Veri toplama işini bir plan dahilinde yapmaya başladık. Benzincinin konumuna ve büyüklüğüne göre bazen tek olarak bazen de iki kişi birlikte veri toplayacaktık. Gelen araçların girişini çıkışını elimizdeki sayaçlarla sayıyor, hangi yönden geldikleri, aldıkları hizmetler ve benzeri bilgileri yarımşar saatlik dilimler halinde kayda geçiriyorduk. Bu sayede sabah ve akşam pik saatleri, farklı olan hafta sonu trafik akışı gibi bilgiler analiz için toplanıyordu. Ayrıca, benzincide bulunan pompa adedi, yerleşim planı, araba yıkama, yağ değiştirme, market vb benzeri bilgileri de not ediyorduk. İşimiz bittiğinde bitkin bir şekilde otobüse binip kampüse dönüyorduk. Yağmur yağan günler işimiz daha da zor oluyordu. Bir keresinde şiddetli yağmur nedeniyle Mehdi’nin arabasıyla veri toplamaya gitmiştim. Yolda arabasındaki elektrikli çaydanlığı göstererek bana hava atmıştı.
Bu şekilde haftalar geçti. Bir gün Mehdi’yle birlikte Brighton sahilindeki BP benzin istasyonuna giden Zehra, giren çıkan araçları sayarken benzincinin öbür girişinde sayım yapması gereken Mehdi’yi bir süreliğine görememiş ama veri toplamaya ara veremediğinden de nerede olduğuna bakmak için yerinden ayrılamamış. Yarım saat sonra Mehdi çıkagelmiş ve “biliyor musun Zahra, bu benzincinin restoranının hamburgerleri çok lezzetli” demiş. Kulaklarına inanamayan ve dehşete kapılarak “verileri kaçırmış oldun Mehdi, şimdi ne yapacağız?” diye çılgına dönen Zehra’ya Mehdi’nin sakince verdiği yanıt, “merak etme Zahra, cam kenarında oturdum ve hem yedim hem de kayıt tuttum” olmuş.
Bu olaydan dolayı, ben Zehra ve Refik o güne kadar toplanan verilerle ilgili epey huylandık. Derhal Refik’in veri analizi çalışmalarına başlamasını uygun bulduk. Yirmi dört saat sonra Refik bilgisayar departmanından fırlayıp bizim odaya geldi ve ilk sonuçları gösterdi; Mehdi’nin verileri kafadan attığı çok açık olarak görülüyordu.
Başımızdan kaynar sular dökülmüş gibi olduk. Aylarca veri topladık, boşa gitti, şimdi bu tezi zamanında bitiremeyeceğiz diye paniklemiştik. Ancak sakin kafayla yeniden değerlendirince, Mehdi dahil hepimizin her gün farklı saatlerde benzer verileri tekrar tekrar topladığını, dolayısıyla Mehdi’nin uydurduğu veri serilerini atsak bile, ekstrapolasyon yapmak için elimizde yeterli veri olduğunu fark edince rahatladık. Bol miktarda veri toplamış olmamız bizi kurtarmıştı.
Özellikle Refik’in SPSS yetkinliği sayesinde istediğimiz sonuçlar kısa zamanda ortaya çıktı. Hepimiz bu sonuçları aldık ve kendi master tezlerimizi yazmaya başladık. Ama kolay iş değildi. Uzun uzun düşünmek ondan sonra yazmak gerekiyordu.
Biz üç Türk daha bilgisayar çıktılarını incelerken Mehdi bir gün kaldığımız yurda geldi ve ‘Tell me Zahra, how did you write the introduction?- Giriş bölümünü nasıl yazdın Zahra?’ diye sordu. Biz daha hiçbir şey yazmamış olduğumuzdan kendisini başımızdan savdık. Bu ziyaretler ve aynı soru bir süre daha birkaç kez tekrarlandı.
Sonuçta çalışmalarımız bitti ve ben, Refik ve Zehra ayrı ayrı tezimizi sonuçlandırdık ve yazıya döktük. Bir tek daktilo edilmesi kalmıştı.
Daktilo işini Refik parası karşılığında birilerine yaptırdı. Zehra lise yıllarında bir kitaptan on parmak daktilo öğrenmiş olduğundan, bir daktilo satın almaya ve bizim tezlerimizi Zehra’nın yazmasına karar verdik. Şehirden 70 pounda manuel bir daktilo satın aldık. Zehra ekleriyle birlikte her biri 180 sayfa civarında olan tezlerimizi yazmaya başladı. Bu işlem de birkaç hafta sürdü. O dönemde Zehra sabah daktilo başına oturuyor gece kalkıyordu. Yemek, çay yapma, bulaşık, sofra kurma, alışveriş her işi ben yapıyordum. Zehra bir tek tuvalete gitmek için masa başından kalkıyordu. Sonunda tezler bitti ve ciltlendi.
Biz bu işlerle cebelleşirken bir gün Mehdi yine geldi ve ‘I wrote the introduction- Giriş bölümünü yazdım’ dedi. Önünde kahkaha atmamak için kendimizi zor tuttuk. Besbelli tezi nasıl yazacağı konusunda bir fikri yoktu ve bizden yardım istemeye gelmişti ama biz kendisine veri toplama aşamasında işi kaytarması nedeniyle o kadar kızgındık ki hiç yüz vermedik.
Birkaç gün sonra Mehdi tekrar kapıda belirdi ve beni ve Zehra’yı evine akşam yemeğine davet etti. Biz de nezaketen kabul ettik. Bir akşam arabasıyla bizi aldı ve evine götürdü. Serap bize Irak mutfağından çok güzel yemekler hazırlamıştı. Mehdi’nin tersine cin gibi bir kadındı.
Yemeğin sonunda Serap’ın konuyu açmasıyla Mehdi’nin tezi gündeme geldi. Yardım istiyorlardı. Biz de bazı istatistiksel analizler, grafikler ve tabloları kendisine vermeyi kabul ettik ama onun için tezi yazamayacağımızı, isterse tapajını yapabileceğimizi söyledik. Kabul ettiler. Zehra bunun üzerine bir de Mehdi’nin tezini 70 pound karşılığında tape etti. Daktilo da bedavaya gelmiş oldu. Bu anılarla dolu daktilo hala İstanbul’da evimizde duruyor.
Refik daha sonra ben ve Zehra gibi doktora için ABD’ye Clemson Üniversitesi’ne gitti. Clemson’dan da bir süre sonra Washington DC’de bulunan George Washington Üniversitesi’ne transfer oldu. Orada doktorasını tamamladı ve profesör oldu. Mehdi, Sussex’ten mezun edildi. Sonra İran-Irak Savaşı’nda Irak genelkurmayında görev yaptı mı, yoksa Serap’ın da girişimleriyle İngiltere’ye mi yerleşti bilmiyorum. Kendisinden bir daha hiç haber almadık.
Bitirmeden, yazıma son bir ek yapmak istiyorum. Her zaman olduğu gibi bu yazımın da editörlüğünü yapan Zehra, okurken daktilo aşamasına geldiğinde “Ne enayiymişim, kendimi amma kullandırtmışım” diye söylenmeye başladı. Ama neyse ki 44 yıl sonra bir aile faciasına neden olmadan konu kapandı.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.